8 Mart 2011 Salı

şiir molası..


EĞER..

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
Arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
En güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
Yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
Çalınan birinin kalbiyse eğer.


Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
İnsan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
Hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
Kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
Öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
Kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
Son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
Meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
Beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
Tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
Yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
Son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
Her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
Dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
Namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
Dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
Sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
Kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
Kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
İhanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
Ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
Kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
Mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

CAN YÜCEL

7 Mart 2011 Pazartesi

çok beğendim çok..

İnsanlar standart değildir... Duygular da, sözcükler de standart olamaz. Kimseyi kafanızın yattığı kutuya sıkıştıramazsınız... Nesiniz siz, küçük yaratıcı mı?

GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞER..

"Sussam olmuyor,konuşsam haykırıyorum sanki birşeylere.."

Bugünlerde böyleyim mi diyorsunuz sizde bilmiyorum ama tahmin etmiyor da değilim.Sizde çağın hastalığına yakalandınız bilesiniz:)Ama bu durum sanki fazla kalıcı çöreklenmiş hayatımıza mütemadiyen orda kalacak gibi.

Aslında tek suçlu şu gözükörolasıca modernlik ve onun cübbemize koydukları..Evimizdeki kocaman duvarı kaplayan lcdlerimiz,ledlerimiz,cebimizdeki son model 3d internete de girebildiğimiz telefonlarımız,evimizin başkoşesinde duran bilgisayarlarımız,sokakta elimizden düşürmediğimiz laptoplarımız,kulağımıza yapıştırdığımız koşar adım ilerlerken dinlediğimiz mp3 hatta mp4 lerimiz ve son model arabalarımız..kılımız kıyafetimiz,zinetlerimiz,ağzımızdaki anlamını bilmediğimiz pek entel cümlelerimiz birde ruhumuzu da bıraktığımız sanallığımız ve daha niceleri..

Evvel zaman aile denilen kavram akşam beyin işten eve gelmesiyle evin hanımının birbirinden güzel pişirdiği yemeklerle çoluk çocuk hatta aile büyüklerinden oluşan masada yenen yemekle şenlenen akşam sohbetleriydi.Tatlı,sıcak,güven dolu..

Sonra herşeyi tamda hazmedemeyen biz modernliği evirdik çevirdik sardık sarmaladık paketledik ve evin beyini hanımını büyükleri bırakın,aile denilen o kutsal kurumu nasılda yalnızlığa mahkum ettik.Büyükleri ziyaret kalktı raftan,bayramlarda bile işkenceye döndü ziyaretler,sonra tatil furyası başladı,telefon icat oldu yüzyüze görüşmeler azaldı,mesaj çıktı hep aynı kalıp cümlelerle samimiyet sattık etrafımıza. Arabasıyla eviyle ayağındaki ayakkabısıyla insanı insan yaptık,sahte bir yüzle dolandık ordan oraya.

"Moderniz hanımlar beyler!..Moderniz en nihayetinde..Çünkü okuyoruz ya meslek sahibiyiz ya ünvanımız var caka satıyoruz ya evimizde son model eşyalarımızla..Para kazanıyoruz bir güzelde harcıyoruz ya avmlerde."Evet bitti onun modası şeker,kocaman havuzlu evlerin dublekslerin şimdi moda rezidanslar..Hoppaa hadi oraya da taşınalım..Hatta fengshui var tatlım evdeki eşyaları atıveriyorsun bir akvaryum bir ağaç yeter hafifliyorsun."

Bize ne sunarlarsa nasıl da kabul ediyoruz hiç itirazsız.Sözde biz seçiyoruz ama bize seçtiklerinin içinden seçiyoruz bunlarıda.Girdiğiniz mağazada süslenmiş püslenmiş hanım kızımız çıkıveripte karşımıza almaya çokta niyetli olmadığımız o şeyi nasıl da bize satıp yolluyor ordan.Halbuki biz ailelerimizin yapmamızı istediği şeylere nasılda bir öfkeyle karşılık veriyorduk.Ne oldu nasıl oldu da girdik bu girdaba çıkmayada niyetimiz hiç yok gibi.

Herkes şikayetçi yalnızlıktan,ikiyüzlülükten,samimiyetsizlikten,menfaatten ne kadar şikayetçi.Ne kadar da hak veriyorsunuz şimdi yazdıklarıma.Ama yazıyı okumanız bitip bir iki dakika melankolik takıldıktan sonra kandırmayalım kendimizi,hepimiz o küçücükken bize okudukları masallardaki cadılara,devlere,kötü kalplilere dönüşücez
ve..

gökten üç elma düşer;

biri bana..

biri bana ..

biri yine bana.. :) :)