23 Şubat 2011 Çarşamba

...

Durup düşünmeye zamanın olur mu?
Yitirmeden anlamaz insan
Sevdiklerin yolun sonunda
Sarıl her fırsatında o insana,
Arkasından ağlayan olma
Geri getirmez çok ağlasan da
Durur, durur belki başucunda
Annen baban kendi çapında
Abin bile kırk yedi yaşında
Ömür, ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış
Güzel günlerimizin bittiğini sanma
Belki bir daha böylesi olmaz
Ama her bi gün güzel aslında
Yakın durmanın zor olduğu ortada
Uzak olmak her zaman en kolay
Ama en zoru yalnız olunca
Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış
Uyur… Uyur belki hep yanında
İlk sevgilin kendi solunda
Her hatıra asılı duvarında
Ömür… Ömür sanki bi kara kutuymuş
Günü gelince herkesin açılmış
Ama sorarsan hep geç kalınmış

17 Şubat 2011 Perşembe

hatalar

‎'Hata yapmanın eleştirilecek bir tarafı yok. Hatalar yaşamın bir parçasıdır ve gelişme için gereklidir. Bu şöyle söylemeye benziyor, 'mutluluk doğru kararlarla, doğru kararlar deneyimle ve deneyim yanlış kararlarla gelir.' Ancak aynı hataları tekrar her gün yinelemenin kabul edilebilir bir tarafı yok. Bu tam da insanları hayvanlardan ayıran bir nitelik olan, kendinden haberdar olma yetisinden tamamen yoksunluğun göstergesidir.''

Ferrarisini Satan Bilge /Robin Sharma

bu kadar içimize ışık tutan cümleleri okurken yazarken ve beğenirken neden hala içimizdeki o ışığı köreltmeye çalışıyoruz..neden hayatın ikilemlerine takılıp kalıyor ve kendi hayatımızı hata yaptığımızı bile bile karanlıkta bırakıyoruz..neden o hataların girdabından kurtaramayıp kendimizi nice gecelerimizi sabaha katıp güneş ışığına hasret uyanıyoruz..bir sohbetle rahatlatacakken içimizi o güven kaynağı olacak insanları bulmaktan uzağız ve korkuyoruz güvenmekten birilerine..herşeyin en doğrusunu bilirken içimizdeki o ışığı bilirken neden karanlığın bekçiliğini yapmaktandan alıkoyamıyoruz kendimizi..hergün güneşin doğacağını bile bile biz onun keyfini sürmezken neden güneş daha batmadan gecenin yasını tutuyoruz..

8 Şubat 2011 Salı

"Açık sözlülük ile densizliğin,
cesur olmakla terbiyesiz olmanın karıştırıldığı
bir ortamda yaşadığımız inkar edilemez."

4 Şubat 2011 Cuma

VİTRİNİN ARKASINDAKİ KADIN

Tarihin o şatafatlı sözcüklerle anlatıldığı çoğu kaynakta erkeklerin başrolde olduğu gerçeği dünden bugüne hafızalarımıza kazınmış bir “gerçeklik” olsa da zaman zaman kadınları da görmüyor değiliz hani.

Ataerkil döneme geçmeden önce anaerkil dönemi de gördü bu dünya coğrafyası ki mitolojide kadın tanrıçaları gördük; Zeyna, İlithya, İra gibi. Çok tanrılı dinlere geçerek ataerkil dönemi de yaşadık ve kadınlar pek sessiz kaldılar o kanlı hesaplaşmaların yaşandığı dönemlerde. En azından tarihi yazanların erkekler olduğunu düşünürsek bundan öteye gidemiyor cümlelerim ne yazık ki..

Kendi tarihimizde Kurtuluş Savaşı’mızda cephelerde kadınların varlığı yadsınamayacak kadar önemliydi; kadınıyla erkeğiyle yazılan bir Türkiye Cumhuriyeti örneği ki bu dönemde Ulu Önder Atamızın iki kadın arasındaki hayatı çok yakın zamanlarda bile kitaplara ve filmlere konu oldu.

Bugün 2011’li yılın bu ilk aylarında günümüz gerçeğinde kadın sosyal hayatta tutunmaya çalışırken hukuk sisteminde varlığını kanıtlamaya çabalarken siyasi propagandalarda kendine öyle bir yer edinmişken meclisimdeki mevcudiyetinde hangi bayan siyasetçiyi hatırlarsınız sorusuna Tansu çillerden başka dillere pelesenk olmuş bir başka kadının adı cevap olarak verilir mi acaba? Ki çokta yakın bir zamanda çocukluğumda DYP’nin kurultayında bir bayanın başkanlığını nasıl da gururla karşılamıştı nice kadın..

Dizilerde iki aşkın arasında sıkışıp kalan kadın, erkeklerin peşinden dolaştığı ve “ vay be kıza bak iki erkeği ne hale soktu.” dedirtirken o diziyi seyreden kadın izleyiciye. Yıllardır devam eden bu kadınların kendi aralarındaki çekişmelere öyle bir dizinin tanıtımı merhaba dedi ki tam anlamıyla yer yerinden oynadı yurdumda. Yurdum insanı daha tanıtımları dönmeye başladığı andan itibaren RTÜK denilen tamda ne işe yaradığını işlevini çözemediğimiz başındakileri tanımadığımız kuruma şikayetlerinde geç kalmadılar. Şikayet sebebi en basit tabiriyle dizi Osmanlı’yı karalıyordu ki insanlar sokağa döküldü, yayını yapan kanalın önünde protestolar gerçekleştirildi ve RTÜK uyarı verdi vermesine de başka işleri mi yok bir dizi için bu kadar olay çıkar ülkemde ki nice ensest ilişkinin yaşandığı diziler reyting rekorları kırarken de dedirtti bendenize. Bu protestoları savunanların açıklaması ise gayet mantıklıydı kendilerine göre ki onlar atalarımıza yapılan bir haksızlık diye yorumluyordu. Osmanlı’yı karalama kampanyasıydı. Kimileri tarihle yüzleşmekten gerçekleri kabullenmekten bahsediyordu kimileri ise batının yazdığı uydurma tarihin bize kabullendirilmeye çalışıldığından bahsediyordu. Sadece bir dizi izleyicisi için alt tarafı diziydi ancak öylede bir gerçek vardı ki eğitimsiz insanım yine kulaktan dolma bilgilerin kölesi olacaktı. Bir başka gerçek ise seyredecek, kapılacak, inanacak, o sahneleri yaşayacak kendi başına gelmiş gibi, dost meclislerinde iki kelimenin dibini kıracak, dedikodularla bulanacak beyni, kadınımın tek eğlencesi olarak akşam saatlerinde ve final bölümünde her şey dizi boyunca duracak dizi bittikten sonra da unutulacaktı.

İyi tarafından bakmak için olan biten her şeye uğraştım ve iyi niyetimin savunucusu oldum. Şöyle ki “Hiç tarihi bilmeyen yurdum kadını bırakın Bihter-Behlül-Adnan aşk üçgeninden sıyrılsın artık; bırakın Ali Rıza Bey’in ailesinin başına gelenlere ağlamasın; daha birçok kendinden bişeyler bulduğu dizilere kafa yormasında bırakın tarih sahnesindeki Kanuni Sultan Süleyman’ı, Hürrem Sultan’ı, Osmanlı’daki Haremi öğrensin. Ancak ülkemde bu kadar saf düşünceler ana sayfada manşet olamayacak kadar çağ dışı kalıyor ki, Osmanlı’yı karaladılar, Hürrem’e ne de çok acı çektirdiler “ Vay kızın başına gelenlere diye hayıflanmaya başladılar. Dileğim belki bu vesileyle tarihi araştırmak isterler, tartışma programlarını izlerlerde birkaç bilgi kırıntısı kalırdı akıllarında. En nihayetinde bu da benim bir düşüm olarak kaldı kalmasına da ben tozlu tarih sayfalarını aralarken Anne Boleyn’in yaşadığı dönemde entrikalara karıştığını kral VIII.Henry’in Boleynle evlenebilmek için ilk karısından boşanması gerektiğini ve bu yüzden boşanmasına izin vermeyen Katolik Kilisesine karşı Kral Anglikan Kilisesini kurduğu böylece Anne Boleynle evlendiğini. Anne Boleyn’in ise kardeşinin hoşlandığı kralı kardeşinin elinden aldığını..Bir başka rivayete göre de abisiyle yaşadığı ensest ilişki sonucu idam edildiğini okudum.

İngiltere’den Osmanlıya geldiğimizde ise Hürrem Sultan haremdeki cariyelerden en hırslı olanıydı. Hürrem eş olarak birinciliğe geçmek “ Haseki Sultan” olmak hem de oğullarından birini tahtta geçirmek için damadı Rüstem Paşa ile sinsice planlar yaptı. Oğlunu tahtta geçirmek için Mustafa’yı Kanuni Sultan Süleyman’a öldürttüğünü okudum.

Nurbanu Sultan’ın ise Hürrem Sultan’ın zekası ve güzelliğiyle dikkatini çektiğini ve oğlu (III.Selim) ile evlenmesini sağladığını. Hürrem’den sonra uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nu kapı arkasından yönettiğini; Safiye Sultan’ın Sultan Murat üzerinde etkili olduğunu kayınvalidesi Nurbanu Valide ve görümcelerini bertaraf ederek Haremi Hümayunun tek hakimi olduğunu; Kösem Sultan’ın oğlu IV.Murat tahtta geçtiğinde on bir yaşındaydı ve Kösem Sultan artık oğlu adına devleti büyük ölçüde yönetmeye başladığını. Kösem Sultan’ın Osmanlı yönetimindeki gücü artarak devam ettiğini; ta ki IV.Mehmet’in annesi Turhan Sultanla Kösem Sultan arasında kıyasıya bir rekabet başlayana kadar. Bu rekabetin üç yıl sürdüğünü ve Kösem Sultan’ın odasında boğulmasıyla son bulduğunu; Turhan Sultan 34 yıl Valide Sultanlık yaparak Osmanlı tarihinin en uzun süreli Valide Sultanı olduğunu. Köprülü ailesinden sadrazamlar iş başına geldiğinde Valide Sultanların devlet siyasetindeki etkilerinin azaldığını okudum.

Osmanlı’dan başka topraklara uzandığımda bir Cleopatra gerçeği vardı ki “ Sesi, istediği her titreşimi çıkarıp, istediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibi.”dedirtmiştir kendine. Çok güzel bir kadın olan kraliçenin aslında kendisine ait bir heykeli yok yani güzelliğinin kaydı yok. Ancak henüz yirmi yalındayken elli dört yaşındaki Sezar’ı aşık eden ve krala bir erkek evlat doğuran birisi mutlaka güzel olmalıydı. Sezar’ı sırtından bıçaklayan Marcus Antonius’la ilişki kurmuş bu yolla Roma İmparotiçesi olmayı hedeflemiştir.

Daha nicelerine ulaşabileceğiniz bu bilgilerin çağımızda kolaya kaçılıp hazır tüketime ne kadar da açık insanlar olduğumuz gerçeği bir kez daha kendini gösterirken gerçek olduğunu sandıklarımızın sadece bir safsatadan ibaret olduğunu öğrendiğimiz an neler değişirdi hayatımızda diye sormaya bile gerek yok aslında. Ki gerçek çok açık o anda aklımıza çivi gibi çakılan konulan bulurda unutur gideriz bilgesizliğimizin acizliğini.. Aynı düne kadar yine bir çarşamba akşamı Ali Rıza Bey’in finalde öldüğünde döktüğümüz göz yaşlarını unutup, Hürremle çarşamba akşamlarını şenlendirdiğimiz gibi..

Acı ki geleceğimizi yetiştirecek olan bizlerin aptal kutusuyla nasıl da hipnoz olduğumuz ..

3 Şubat 2011 Perşembe

sosyal ağın mantığı ne?
“Keep your friends close, and your enemies closer” yani Türkçesiyle “Dostlarını yakın, düşmanlarını daha da yakınında tut” öğüdü birçok sosyal ağın mantığını da açıklıyor.
İlk bakışta herkes hayır sadece bilgi kaynaklarıma ve arkadaşlarıma ulaşmak için facebook veya twitter gibi sosyal mecraları kullanıyorum dese de, rakip markaların sitelerine göz atma, liseden gıcık olduğunuz eski tanıdıklarınızı ekleme veya akrabaları çatlatmak için havalı resimler yükleme… Hepsi aynı mantığın ürünü. Birçok insan kendisini takip edenler arasında herkesin de iyi niyetli olmayabileceğini bilerek davranıyor artık.
Örneğin varolan facebook profilini iş odaklı kullanmaya başlayıp aile ve yakınlar için kısaltılmış isimlerle yeni profil açılabiliyor. Gizli tutulmamış birçok profil twitterdan kayıtlı olarak takip edilmese de sayfa olarak açılıp bakılabiliniyor. Rakip firmadaki arkadaşınızın profilinden o markanın hangi ajansla çalıştığını öğrenebilir, yılbaşı kutlamasını hangi mekanda yapacağını herkesten önce bilebilirsiniz. Hatta işten çıkacağını statuslerinden öğrendiğiniz bir arkadaşınız varsa, ilan daha çıkmadan bile şirkete başvurabilir, düşmanlığın sınırlarını zorlarken birçok ağda birçok kişiyle arkadaş görünebilirsiniz.
Yani gerçek hayatta var olan çıkar ilişkileri ve network odaklı yapay ilişkiler, sosyal medyada dijital kimliğimizin etrafını da sarmak üzere.

2 Şubat 2011 Çarşamba




















Yurdumun cennet yerlerinde huzurlu bir kış tatiliydi bizim ki..Bu bir haftalık aranın sebebi..Portakal ağaçlarıyla güzelim denizinin buluştuğu Fethiye'de demir attık önce.Yağmuruyla karşıladı bizi amma velakin engel olamadı yağmuru eğlencemize..Boğaziçi'nde içimizi ısıtan sıcak bişiler dostlarla birlikte içilen sıcak bi sohbetin yanında.Sonrasında Üzümlü'nün dağ havasını ciğerlerimize çektiğimiz ve Ayşe teyze'nin otlu böreğiyle midemizi şenlendirdiğimiz bi kaçamak..herşey doğal olabildiğince..ve akşamın ilerleyen saatlerinde Muğlaya gidiş tabi yağmurda ardımız sıra..

Başka bir şehir başka bir hava ve en önemlisi dostlarla eğlencenin dibine vurduğumuz hayatın akışına verdiğimiz bir paydos bizimkisi..

Tatlı tatlı sohbetin kahkahaların havaya uçuştuğu bir anda birden kendimizi saat 22 de bulduk Akyaka'da.Güzel evlerin tarih kokan evlerin restore edilerek tamda tatil yapılacak yer sohbetlerinin arasında sahilde Akyaka köpekleriyle tanışıklığımızla sona erdi deniz keyfimiz,ama midemize kıramplar girerek gülmemiz yanımıza kar kaldı ki eve varana kadar yol boyu gülmeye devam ettik.Pek mi tatlı istedi canımız ne kendimizi Muğla'da Nazar Pastanesi'nde bulduk..Ciddileşmek ne mümkün hem ağzımız tatlandı hemde şepşekerli sohbetimiz iyice şerbetlendi:) Fotoğraflarla ölümsüzleştirmeye çalıştığımız şahane anlarımız oldu ama sonra farkettim ki fotoğraflar pek bi soluk kalmış bizim güzel anlarımızın yanında..

ve bir başka gün Muğla'nın caddelerinde turladık, hayal evinde takı tokaya daldık ki hepiciğide bizim olsun istedik laf aramızda ama arsızlığımız yüzümüzden de akmıyordu değil avantamızı almadan çıkmadık mekandan:)Hatıra olsun diye dolandım dolandım magnetlere taktım kafayı her gittiğim yerden almadan geçmedim.Şirin evimizin bilimum köşelerini renklendirmek için afiş aldık,tabi en önemliside o kocaman afiş 5 tl ydi ya hepsi benim olsun istedim:)

Muğla'ya gidilirde Bodrum'a uğramadan olur mu hiç?tabiki olmaz!!bodrum bize yüzünü fena halde fırtınalı gösterdi ama bildiğimiz Bodrum;beyaz evleriyle sahiliyle sokaklarıyla cafeleriyle ve gemileriyle şahane şahane şahane..Bodrum'da Alin's (şık sıcacık kendine has bi mekan burası) te bir molanın ardından dönüş yolumuzda benzinci de verdiğimiz sıcacık lipton çaylarımızı yudumlarken biz yine gülücek bişiler buluyorduk..

geçirdiğimiz hergün başka yerler keşfettik ama en önemlisi dostlarla geç saatlere kadar süren muhabbetler hahkahalarla bezenmiş dakikalar ve anılar anılar..Herkese nasip olmıcak ama herkese de nasip olmasını dilediğim sıcacık zamanlar..

dönüş yolumuzda aklımıza Marmaris'i de koyduğumuz anda Alabi'de yapılan güzel bir kahvaltının ardından yemyeşil Marmaris yolundaydık..Deniz göründüğü anda ise güneşle birlikte karşılamıştı Marmaris bizi:)Sahilinde barlar sokağında dolaşırken sakin Marmaris'in kedileri de yalnız bırakmadı bizi ama en güzeli "işte burada yaşamalıyım!" dediğim yer İçmelerdiki şahaneydi..Evler başka şirin,deniz başka deniz,hava başka havaydı İçmeler'de..Hiç ayrılmak istemediğimi itiraf etmeliyim.
O kadar keyifli o kadar tadı damağımda kalan bir haftaydı ki hayatta ara sıra da olsa böyle molalar vermek gerekirmiş,vermeliymişiz yani dedirtti bana..dostlarla çok çok güzel bir mola..güzeldi işte ya ötesi yok yani:)

1 Şubat 2011 Salı

" Anladım ki susmak bir cüsse işi, derin denizlerin işi.
Anladım ki susan herşey derin ve heybetli.."