29 Aralık 2011 Perşembe

perşembenin sözü ;)

İnsanlar sevilir, eşyalar ise kullanılırdı...
Gün geldi eşyalar sevilir, insanlar kullanılır oldu..
Can Dündar

perşembenin sözü ;)

İnsanlar sevilir, eşyalar ise kullanılırdı...
Gün geldi eşyalar sevilir, insanlar kullanılır oldu..
Can Dündar

28 Aralık 2011 Çarşamba

2011'in son çarşambası

Tersten yaşamak diye bir kavram geliştirdim bugünlerde kendime dilimde türkü niyetine dillendirdiğim hoş sohbetlerin baş konuğu yaptığım bir söz dizilimi oldu.sevdim ama ondandır sürekli tekrarlarım.
Her cümlesini itinayla okuduğum kitaplarıma ayırdım kendimi,sohbetinden keyif aldıklarıma,kahve molalarıyla dert dinleme durumlarına,ev koşturmasına,iş koşturmasına,beyin fırtınalarına ve takıcılara ayırdım kendimi buara;ondandır ne zamandır içimdeki benin izlerini taşıyamayışım buraya.
Bazı bazı molalar iyidir.yeni keşfilere çıkmak yeni tatlar keşfetmek yeni sesler duymak gerekir.yeni insanlar tanır yeni dertlere ortak olur yeni kahkahalar atarsınız eskileri temizler veya havalandırırsınız.
Bugünlerde televizyondaki çoğu sunucunun dilindeki 2011 in son çarşambasına merhaba demişken cümlesi üzerinden derim ki;umarım 2011 in güzel geçmiştir herbiriniz için..ufak sorunlar yaşadığınız tatsızlıklar da varsa gitsin 2011 le;gelsin 2012 yle gönlünüzden geçen herşey size..
Günler geçsin aylar geçsin yıllar geçsin zaman aksın gitsin insanlar girsin hayatımıza insanlar çıksın herbiri birşeyler eksiltsin birşeyler katsın yaşantınıza tek gerçek sizsiniz aslında.nasıl bakarsanız hayata öyle bakar hayatta size.ağzınızdan çıkanları işitirsiniz;söylediğiniz kötü sözler ve ya iyi sözler yansır gelir bulur sizi.başkalarına nasıl bir hayat yaşattıysanız öyle bir hayat kucaklar sizi.ektiğinizi biçerseniz hangi yıla girerseniz girin.güzel şeyler ekmiş ve güzel şeyler biçmişsinizdir inşallah.

20 Aralık 2011 Salı

umut..

küçük istavrit,yiyecek birşey sanıp hızla atıldı kancaya.önce müthiş bir acı duydu dudağında,gümbür gümbür oldu yüreği.sonra hızla çekildi yukarıya.aslında hep merak etmişti denizlerin üstünü,neye benzerdi acep gökyüzü.
bir yanda büyük bir merak,bir yanda ölüm korkusu."dudağı yarıklar"denir,şanslıdır onlar,hani görüp de gökyüzünü,insanı,oltadan son anda kurtulanlar.
ne çare,balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu;küçük istavrit anladı yolun sonu olduğunu;koca denizlere sığmazdı yüreği yüzerken.oysa şimdi küçücük yeşil leğende,cansız uzanıvermiş dostlarına değiyordu minik yüzgeci.
insanlar gelip geçtiler önünden;bir kedi yalanarak baktı gözünün içine;yavaşça karardı dünya.başı da dönüyordu.
son bir kez düşündü derin maviyi,beyaz mercanı bir de yeşil yosunu.
işte tam o anda eğilip aldım onu;yürüdüm deniz kenarına;bir öpücük kondurdum başına.iki damla gözyaşından ibaret sade bir törenle saldım denizin sularına.bir an öylece bakakaldı;sonra sevinçle dibe daldı gitti,tüm kederimi söküp atarak teşekkürü de ihmal etmemişti;birkaç değerli pulunu elime,avuçlarıma bırakarak.
balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme;sorar gibiydiler neden yaptın bunu diye."bir gün" dedim,"bulursam kendimi yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,son ana kadar hep bir umudum olsun diye."

19 Aralık 2011 Pazartesi

hayal kurun

bir gün bir balıkçı av malzemelerini ve balık sepetini alarak oltayla balık tutmaya gitmiş.gittiği yerde bol şans dilediği diğer balıkçılar hiç balık yakalayamamışlar.adam 'ya nasip' diyerek oltasını atmış.kısa bir süre sonra oltasına büyük bir balık gelmiş;ama adam balığı iğneden kurtarmış ve kendi kendine,'olmadı.' diyerek,balığı nehre bırakmış.kısa bir süre sonra ondan daha büyük bir balık yakalamış;ama yine 'olmadı.'diyerek,balığı suya bırakmış.çevresindeki kişilerin şaşkın ve alaycı bakışları arasında küçük bir balık daha yakalamış.çevresindekiler,'büyükleri beğenmediğine göre bunu unutmaz hemen suya atar.' diye düşünmüşler.oysa adam balığı iğneden kurtardıktan sonra,'oh be!' diyerek,balığı sepetine atmış.adamın bu garip tavırlarına şaşıran oradaki balıkçılardan bir tanesi dayanamamış ve sormuş:'arkadaş;büyük balıkları suya geri atıyorsun,ama küçük balığı sevinçle sepetine koyuyorsun.bunun anlamı nedir?'
adam tebessümle cevaplamış:'evet,balıklar büyük,ama benim sepetim küçük.ben sepetime uygun balıkları yakalamalıyım.'
eğer hayal kırıklığı yaşadıysanız,başka bir hayal kurun.yere çakıldıysanız,ayağa kalkın ve devam edin.kapı yüzünüze kapandıysa,başka bir kapıyı zorlayın.ne yaparsanız yapın hayatın bir köşesine çekilip kendinize acımayın.
*zorluklara karşı kendini ateşle kitabından alıntıdır.

fani bir ömür..

haftanın son gününü de geride bırakmışken yarın yeni bir haftanın başlangıç gününü
karşılamak gibi olsa hayatın akışı..günler günleri kovalarken zaman akrep ve yelkovana
bırakmışken yükünü geçer gider ömürler..
ömür ki hep istemekle geçer birşeyleri hep beklemekle.kimse avucuna konan kelebeğin
farkında değildir kimse onu yaşatmaya çalışmaz.yaşatmak için çaba sarfederken havasını
çaldığını bilmez kurutur gider öldürür yokeder.
ve hep öldürdüğünde yine ister hep ister durmadan ister.avucuna her yenisi konduğunda
alışır artık bünye nasıl olsa yenisi yeniden gelecektir bilir.
farketmez aslında gidenin çoktan gittiğini yerinde duran gölgesidir aslının.o gölge güler ağlar
konuşur akreple yelkovana eşlik eder;günler günleri bölerken geçen her gün bitti diye
şükreder ama gölgedir en nihayetinde.
gölgeye mi yanmalı,gölgenin gerçek olduğunu sananlara mı..yoksa durmadan birşeyler
isterken başkalarını tüketenlere ve en çokta kendini tüketenlere mi..
herkesin bir hikayesi var.bazılarınınsa kendi yazdıkları ve sonunuda bildikleri halde devam
ettirdikleri hikayeleri var..
bazılarınınsa hiç akıllarında yokken sadece uzaktan duydukları ve ya tanık oldukları başka
hikayeleri kendi hikayelerine katmışlıkları var..
"Ne bitmez arzularımız vardır bizim, ne doymaz isteklerimiz. Her vardığı durakta bir
sonraki durağı özleyerek geçen fâni bir ömür... "

14 Aralık 2011 Çarşamba

dön bak aynaya..

hindistan'da yüksek bir dağın doruğuna yapılmış 'bin aynalı tapınak' adlı görkemli bir tapınak vardı.günlerden bir gün bir köpek dağa tırmandı ve tapınağın merdivenlerinden çıkarak 'bin aynalı tapınak'a girdi.
tapınağın bin aynlaı salonuna geçtiğinde bin tane köpek gördü.korkarak tüylerini kabarttı;kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırdı;korkutucu hırıltılar çıkararak dişlerini gösterdi.ve bin köpek de tüylerini diktiler,kuyruklarını bacaklarının arasına alıp korkunç sesler çıkartıp düşlerini gösterdiler.köpek paniğe kapılarak tapınaktan kaçtı.ve o andan itibaren bütün dünyanın tehlikeli,korkunç köpeklerle dolu olduğuna inandı.
bir süre sonra bir başka köpek gelip dağa tırmandı.o da tapınağın merdivenlerinden çıkıp 'bin aynalı tapınak'a girdi.tapınağın bin aynalı salonuna geldiğinde bin tane köpekle karşılaştı ve çok sevindi:kuyruğunu salladı;neşeyle oradan oraya zıpladı ve köpekleri oynamaya çağırdı.bu köpek tapınaktan çıktığında dünyanın dost ve sevecen köpeklerle dolu olduğuna inanıyordu.

8 Aralık 2011 Perşembe

Manidar..

Öyle bir serüven ki hayat; karanlıkta polyannalar,ışıklarda palyocalar dolaşır.

2 Aralık 2011 Cuma

insan en çok kendine gülümsemelidir..

içsel yolculuklarımızı ne kadar sık ama bir o kadar nadir yaparsak daha iyidir cümlesi dökülürken ekranın üzerine düşünüyorum ne demek istedim ben şimdi diye?..

herşeyden önce günaydın herkese..

insanın kendini tanıması çok önemlidir.kendini ve etrafındakileri tanıması.o yüzden zaten daha doğar doğmaz kaşif görünümünde bebeklerimiz olur herşeyi merak eder,keşfeder,tanımaya çalışır ve hafızaya alır.lakin bu kas ve beyin koordinasyonundan bahsetmeyceğim tabiki sabah sabah.zaten gelişen herşeyin ışığında çokta geçerli değil freud amcanın dedikleri günümüzde.bakın o bir ekoldür lafım yoktur ancak değişiyor işte herşey üzerine tuğlalar konakona bugünlere geliniyor.

yaşam boyunca bir gelişim içindeyiz;gelişiyoruz değişiyoruz.ve bu o kadar ışık hızında oluyor ki nasıl ne zaman kavramlarını unutuyoruz.bu yolculukta bazen kendimizi unutuyor kendi farkındalığımızı kaçırıyoruz.kendini farketmek iddalı bir cümle aslında.bu ne renk sevdiğin,hangi takımı tuttuğun,hangi yemeği sevdiğinle alakalı bir durum değil.içsel yolculuğunu tamamlarken hangi evrelerden nasıl geçtiğin ve bu geçişlerde neler bıraktığın kendinden neler kattığın kendine.

yaşam koşullarımız,etrafımızdaki insanlar birçok şeyde etkili kendi gelişimimizde bile.ama tüm bunlara rağmen bazı şeyleri nasıl monte ettiğinizlede alakalı bazı şeyler..kendinizi ve geldiğiniz aileyi,bugüne kadar hayatınızdan geçip gidenleri,yeni eklenenleri düşününce yürekten bir şişkinlik yaşıyorsanız ve gülümsüyorsa gözlerinizin içi kendinizi tanıyorsunuz demektir.daha da önemlisi hayatınızdaki içi dolu insanlar içi boşlardan çok çok fazlaysa şanslısınızdır.

insan en çok kendine gülümsemelidir.

bu ego savaşları anlamına gelmez.şu saçma kendini seven insan bencildir ego fazlalığı vardır ukaladır söylemleri yok mu.hadi canım..kendini sevmeyen insanda asıl bunlar vardır.o kendini sevmeyen şahıs daha çok zarar verir ukalalığıyla etrafındakilere ve en çok kendine aslında.kendini sevmekten kasıt mütevazi bir şekilde sevmektir kendini,tanımaktır kendini bütün hassasiyetleriyle,tek derdi kendidir ve onun sorunu kendiyledir,mutlu uyanmak,gülümsemeyi bilmek ve hala daha sevgi pınarları oluşturmaktır kalbinde.önyargıdan uzaktır ama temkinlidir de.

bana tüm bu duygu yoğunluğuyla bunları yazdıran kişi.ne kadar gurur duysam ne kadar mutlu olsam az aslında.ne kadar anlatmaya çalışsamda zor.bazı insanlar vardır hayatlarında kendilerini aşmışlardır başka yerdedirler onlar.yaptıkları mesleğide geldikleri yeride sonuna kadar hakederler.ve onlar hep keşfederler hep üretirler.kendileri mutlu oldukça ertafındakileride mutlu ederler,hayatı sorgulatırlar bir kere daha insana,sonunda da bu gurur kaynağı yazıyı yazdırırlar.benim etrafımda ne çoklar onlar ne şans..

dedim ya kendini tanımak..kıymetlilerin değerini birkez daha bilmek nasılda yüreği şişirir mutlu mutlu..

bu yazı devam eder de şimdilik bu kadar yeter..

kendinizi keşfettiğiniz bir gün olsun..mutlu olun..

1 Aralık 2011 Perşembe

celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi




sinemada film seyretme keyfi gibisi yoktur hele de sinemadan önce ve ya sonra keyfinizce eğlenmişseniz işte bir soluk arası olur o sinema keyfi.hele ki film seyretmek sizin için bir tutku hele ki güzel bir de sinema salonu bulmuşsanız sinema keyfi kaçmaz.

uzun zamandır seyretmekten zevk aldığım bir dizi leyla ile mecnun;kurgusu oyuncuları ekrandan bu tarafa sıcacık geçen o samimi duygularla bezenmiş dizinin yapımcıları ve yönetmeni tarafından çekilen celal tan ve ailesinin aşırı acıklı hikayesi'nden bahsedicem.beklentilerim yüksek olarak gittim çünkü izlediğim bir dizi vardı önümde ve günlerce çıkılan tv programlarında çokça da övgü toplamıştı.

konusu içeriğiyle ilgili fazlaca kelam etmeyeceğim eleştirilere internet üzerinden de ulaşabiliyorsunuz zaten.ve en nihayetinde bu biraz zevk işi ve hangi türde daha çok neyi seyretmek istiyorsanız o filmlere karşı bir yakınlığınız oluşabilir.

filmin eskişehirde çekilmesi oyuncu kadrosunun kalitesi ve olay örgüsü belki çekimlerdeki o sürükleyicilikte tam olsaydı olacaktı da tadı eksik birşey vardı filmde ki;bazı filmlerde çok beğendiklerimde yazılar akıp giderken ekranda orda koltukta yapışıp kalıyorum büyülenmiş gibi inception da olduğu gibi hatta aşk tesadüfleri sever de olduğu gibi.biri türk yapımı biri yabancı iki filmide yazdım ki türk filmlerini seyretmediğim yargısı oluşmasın akıllarda.

türk filmi olması nedeniyle sadece beklentilerimi karşılamadı diyerek eleştiri yapmaktan öteye gitmek istemiyorum ki emeğe saygısızlık olmasın.

ve de;

iyi film kötü film ayrımından çok ne kadar çok film arşivine sahip olursanız belli bir zaman sonra başka bir dünyanın kapısını aralıyorsunuz kurguların içinde saniyelerle yarışırken sarfedillen cümleler çekilen sahneler farklı farklı açılar bir bakış..çokça şey anlatırken bazen bize bizi daha iyi anlatır bazende anlama yoksunluğumuzu giderir 3 saat..

aslında en önemlisi neyle nasıl olursa olsun geçirdiğin o muhteşem paylaşımdır keyiftir zenginliktir..

30 Kasım 2011 Çarşamba

nefes

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi."

boşuna dememiş Kanuni Sultan Süleyman bu sözü vakti zamanında..aslında rutine bağladığımızda da hep demezmiyiz herşeyin başı sağlık diye.gün içinde o kadar çok telafuz ettiğimiz bu cümlenin içini ne kadar dolduruyoruz bilmiyorum.ama lafta kalmamalı öylece bir kenarda.sanırım bizim için çoğunda kenara sıkıştırılmış gibi durmuyor mu?aile fertleri için eşdost için sağlıkla ilgili bir konu olduğunda koşturup dururken bir nevi profesörleşirken kendimize gelince ne kadar da umursamasız.

yazdığım yazılarda hep bardağa dolu tarafından bakmak kendini sevmek kendini geliştirmekle ilgili nice kelimeyi birleştirip cümleler oluşturmuşluğum var ki sadece bu konuda havada kalmış düşüncelerim onu farkettim.onu da yaşadım ve gördüm.ve yine bardağın dolu tarafından bakmak konusunda hemfikir olarak devam etmekteyim işte yoluma.

herşeyin bir miladı vardır hadi sizin için de birşeylerin miladı olsun.bazılarınız bugün yeniden kendinizi keşfetmeye başlayın,bazılarınız uzun zamandır görüşmediklerinizi arayın,bazılarınız yemek yapmaya başlayın..erteledeğiniz her ne ise bir çırpıda yapmaya karar verin.bazı şeyleri yapmak için çok beklememeli bir an gelmeli ve yapıvermeli.o an şu an olsun sizin içinde.avazınız çıktığı kadar bağırın,en bed sesinizle şarkı söyleyin,durmadan aburcubur yiyin ama nasıl mutluysanız onu yapın;kızmaksa kızmak,sövmekse sövmek,kahkahaysa kahkaha..bu anın tadını çıkarın uzatın bacaklarınızı hangi hülyalardayken mutluysanız o deryalarda yüzün,tüm karabulutları dağıtın ve bırakın bazı şeyleri öylece kalsın yerli yerinde siz bugünün tadını çıkarın.

bu sefer havada kalmayacak o herşeyin önemlisi sağlık konusu çünkü gerçekten öyleymiş.sağlık olmadan ne mükellef bir kahvaltı yapabilirsiniz ne de doyasıya kahkaha atabilirsiniz..o bir nefes o kadar kıymetliymiş ki;kıymetli dediğin halde işte onuda yaşamadan bilemiyormuşsun.

planları programları erteleyin akışına bırakın herşeyi..ne kadar düşünürseniz düşünün ne kadar yazıp çizerseniz çizin herşey olacağına varmıyor mu..zaten Rabbimiz hepimiz için hayırlısı neyse onu istemiyor mu.o yüzden de her olaya bir hayır vardır diye bakıp şükretmeyi ve bize bahşettiği bu mucizlerin kıymetini bilmemiz gerekmiyor mu..evet bunların hepsini biliyoruz ve defalarca söylüyoruz ama bu sefer icraat vakti..

sağlıcakla kalın..

24 Kasım 2011 Perşembe

kim olduğumuzu bile bilmiyorduk daha..

Yazdı.
Çocuktuk.
Kızarmış hamur yemek kilo yapmazdı.
Konuşulanları dinlemek çocukça bir haktı.
İkili ilişkiler bilinmez bir ormandı.
Zaman geçmezdi.
Öğle uykularına geçerken zülfikâra bakarak kurulmuş hayallerin bir gün kurutulmuş heveslere dönüşeceğinden habersizdik.
Ezana kadar sokakta kalabilmek bir özgürlüktü.
Bu yüzden bir eve başımızı sokma derdine yabancıydık...
Dedim ya...
Yazdı ve çocuktuk.
Bir “resim” oturtmak için, bir imaj, bir onaylanma için oynamıyorduk daha etrafımıza.
Kim olduğumuzu bile bilmiyorduk ki daha...

22 Kasım 2011 Salı

fast-food yaşamlar




bir karikatür ilişti gözüme geçenlerde buruk bir gülüş belirdi yüzümde.o kadar mı teknoloji hayatımıza hapsolmuştu da evin tüm fertleri bilgisayar başındaydı.sohbet nerelerde kalmıştı?o tatlı sıcak paylaşımların olduğu tek kanallı dönemlere nolmuştu.daha bilgisayar yokken telefon yokken çeşit çeşit kanallar ve beyni sulandıran programlar yokken ne kadar da masumaneydi herşey..

sobanın üstündeki kestaneler kokusunu buram buram yayarken odanın her yerine kışta gelmişti doluşmuştuk bir odayada hep birlikteydik hani.öfleyen genç kızlar delikanlılar evin beyinin izlediği kanal açık ne sıkılırdı gençlik..gençlik ki şimdi her daim başka tatta başka sularda,bedenlerinden ve kalplerinden büyük deryalarda.
ordan burdan ama özünde maziye bir bakıştır bu yazı..bu yazı geçmişten bir fotoğraf karesidir günümüz karikatürüne.

evet iletişimsiz bir toplumuz..evet konuşurken kullandığımız kelime kapasitemiz çok çok gerilerde..evet birbirimizi dinlemeye bile zamanımız yokken anlaşılmayı beklemek ne saçma..tüketim toplumuyuz dedikleride doğru..çatır çatır açılan alışveriş siteleri,gözümüzü boyayan bir yığın moda (!) programı,kadına şiddete hayır diye diye en büyük şiddeti yapan sayısını sayamayacağım kadar çok program,birbirini yerden yere vuran sözüm ona sanatçı tayfası ama ağızlarında örnek insan sloganı,konuları birbirinin aynı olan bir nevi hipnoz mahiyetinde diziler varken her daim ekranda konuşamamız,anlaşamamız,dinlememiz de çok normalleşiyor haliyle.ee doğal olarak tabi bayramlaşmalarımız bile hekese gönderilen aynı mesajdan ibaret.herşey tek düze duygusuz samimiyetsiz iki yüzlü olmaya kodlanmış gibi.

son teknolojik ürünlerle evimizi baştan aşağıya donatırken zaman yine de ne kadar da hırçınca söz dinlemez yaramaz br çocuk gibi akıp geçiyor..hiç bir şeye yetişemiyor yetiştiklerimizde de pek bir şey anlamıyoruz.biz birşeyleri kıvamında yaşamayı bir türlü beceremiyoruz..insanlar teknolojiden faydalanarak yeni yeni şeyler keşfedip hep bir tık ileri giderken biz elimizdekileri bir tıkla abarta abarta anca hayatımızı kaosa çevirecek hamleler yapıyoruz sanırım..

18 Kasım 2011 Cuma

...



Yıkamakla Çıkmayan Tek Pislik Kalplerde Yağ Bağlamış Haset Ve Art Niyettir..

yine aylardan kasım..

kalemim kağıtla buluşmayalı uzun zaman oldu;en azından dizi dizi cümlelerimin peşi sıra gelmediği,burdan oraya köprüler kurmadığım..bolca sayfalarını çevirdiğim kitaplarım,çokça sevdiğim cümleleri karaladığım kağıtlarım oldu ama bu arada..

bundan günler günler önce paylaştığım bir kitap..İskender Pala'nın OD romanı..Yunus Emre'nin romanı "bizim yunus'un" romanı..bir solukta okuduğum bir kitap daha işte size tavsiye edebileceğim..

her kitap birşeyler katar hayatıma..bir kelimesi bile çok şey ifade eder..o yüzden okumakla ilgili sonsuz bir bağ var aramda zaman zamanda burda da dile getirdiğim.ama bazı kitaplar varki onları sonunu merak ede ede bir çırpıda elimden düşürmeden okuduğum ama bittiğinde de niye bitti diye hayıflandığım.işte öyle bir roman OD.

İskender Pala'nın kalemi tartışılmazdır zaten üzerine söz söylenmez.romanlarının üzerine de söz söylenmez çünkü öyle bir duygu geçer ki o sayfalardan bu tarafa,gönülün içine içine işlerki yaşarsınız adeta.

romanı anlatmayacağım sadece okumanızı istiyorum bizim yunusu daha iyi tanıyalım diye..zaten İskender Pala'nın da tek gayesi bu.katıldığı bir programda gözleri dolu dolu "akşam çökünce yunus emre'nin mezarına bir sessizlik çöker.." cümlesiyle romanını anlattığı İskender Pala,düşünün artık naıl bir gönülden çıktıda buluştu sayfalarla.

kitaptan bir bölüm;

"Bana 'Yunus' dedi,parmağını kalbimin üzerinde gezdirerek,"Burası kalbinin en değerli yeridir.Burada siyah bir nokta vardır.Canın canı,sevenin cananı buradadır.O nokta,yoğun bir damla kandan ibarettir.Adına 'süveyda' yahut 'sevda' derler.Siyaha çalan rengi yüzündendir bu isim.Çünkü sevda,kara talih içinde,o kara kan damlasında büyür.Bütün tecelli denizleri,bütün aşk fırtınaları,işte o bir damla kanda dalgalanıp çırpınır.Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa,parçaları bütün vücuda dağılır.Aşk,işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa aşık artık ne yaptığını bilmez olur."

ve aylardan kasım..gri bir gökyüzü artık şehrimin üzerinde hakim.arada yüzünü gösterip kaçan güneş mutluluk bu olsa gerek..kitaplarım başucumda,kahvem eksiksiz,yapılacak bir sürü iş beni bekleyen ve elimdeki işlerim..zaman hızlıca akıp giderken her gün yeniden merhaba demenin hafifliği,keyfi,huzuru,sınırsız mutluluğu..umarım sizin kasım ayınızda böyledir..

14 Kasım 2011 Pazartesi

anladım..





Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,
kendimi bulduğumda anladım.

Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
kendi yolumu çizdiğimde anladım.

Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat, okuyarak, dinleyerek değil.
Bildiklerini bana neden anlatmadığını anladım.

Yüreğinde aşk olmadan geçen her gün kayıpmış.
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım.

Sevmek ile sevilmenin yolu önce kendini sevmekten geçermiş.
Neden kendine aşık olduğunu anladım.

Acı, doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden.
Neden hiç ağlamadığını anladım.

Ağlayanı güldürebilmek, ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş.
Gözyaşımı kahkahaya çevirdiğinde anladım.

Ve sevilenle ağlayamıyor, kaçıyorsan ondan, çaresizliktenmiş.
Senin acın için odamda tek başıma hıçkırıklarla ağladığımda anladım.

Bir insanı herhangi biri kırabilir ama bir tek çok sevdiği acıtabilirmiş.
Çok acıttığında anladım.

Fakat, hak edermiş sevilen onun için dökülen her bir damla gözyaşını.
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terk ettiğinde anladım.

Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet.
Yüreğini elime koyduğunda anladım.

Tek başına ayakta durabilecek kadar güçlüysen, yanında tutanlar varmış.
Neden hiç yalnız kalmadığını anladım.

Ve Sana ihtiyacım var, gel diyebilmekmiş güçlü olmak.
Sana git dediğimde anladım.

Biri sana git dediğinde, kalmak istiyorum diyebilmekmiş sevmek.
Git dediklerinde gittiğimde anladım.

Dostun seni bir kez terk edermiş, bin kez değil.
Aslında hep yanımda olduğunu anladım.

Ve bir kez terk etti mi seni, affetmek çok zormuş,
Ben de affedemediğin şeyin ne olduğunu anladım.

Sana sevgim şımarık bir çocukmuş her düştüğünde zırıl zırıl ağlayan.
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım.

Özür dilemek değil, affet beni diye haykırmak istemekmiş, pişman olmak.
Gerçekten pişman olduğumda anladım.

Affedemem, çok geç demek gururdan başka bir şey değilmiş
hâlâ sevgi varsa içinde eğer.

Tutsak kalbimin kapılarını kırıp, içine baktığımda anladım.
Ve gurur, kaybedenlerin, acizlerin maskesiymiş,

sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış.
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım.

Ölürcesine isteyen, beklemez, sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi.
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım.

Sevgi emekmiş, emek ise vazgeçmeyecek kadar
ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş.

13 Kasım 2011 Pazar

kimseyi değiştiremezsin hayatta..

Kimseyi değiştiremezsin hayatta. Ve kimse için de değişmemelisin.

Kimliğini kaybettiğin an yaşamını çöpe attın demektir. İstemediğin
sürece hiçbir şey için ödün vermeyeceksin hayatta. Gün gelir verecek
bir şeyin kalmaz çünkü.



Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası
senden istediği için değil. Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin
yanında olanlar da mutlu olacaktır.



Bırak hayatına eşlik etmek
isteyenler gelsin seninle. Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil.
Herkesin gidebileceği bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer ayırmayı
bil. Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin
için…



Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki beraber daha çok şey
katabilirsiniz bu hayata. Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın
hayatında, zorlama kendini. Hayat rahat insanlarla güzel. Ve hayat hak
ettiği gibi yaşandığında güzel….

Heinrich Karl Bukowski....

8 Kasım 2011 Salı

*bakı

"Kendi bahçesinde dal olamayan, Girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.
özdemir asaf

3 Kasım 2011 Perşembe

!!!

hileden,desiseden endişe etme.eğer birileri sana tuzak kuruyor,sana zarar vermek istiyorsa,Allah da onlara tuzak kuruyordur.çukur kazanlar o çukura kendileri düşer.bu sistem karşılıklar esasına göre işler.ne bir katre hayır karşılıksız kalır,ne bir katre şer.O'nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz.sen sadece buna inan!

vicdan,insana en çok yakışandır..

Hayatın bir yerinde nefesin mi kesildi yoksa yine..takatsiz mi kaldın o adım adım çıktığın merdivenlerin tam da ortasında..yemeden içmeden kesildim dedikleri bu olsa gerek diye binlerce kere içinden geçirirken gözlerin çok mu uzaklarda asılı kaldı..hüzün ki belki de en çok sana yakıştı.

Hüzün ki,

Tatlımsı bir tat bırakırken kalpte çantanızdan çıkaramadığınız bir yol arkadaşı olur.o çok mutlu olduğunuz zamanların peşi sıra gelişen hadiselerin ardından gelirken usul usul..yaşanan yaşandığıyla kalmışken,zamanla kanıksanmışken acılar,geriye geçmişten kalan bir tek hüznü kalır.

İç geçirilenler,ıskalananlar ne kadar artıyorsa gün be gün o kadar da hüzün..hüzüne emanet bedenlerin duyguları birbir tükettiği bu ahir zamanda değer mi değmez mi tartışmaların arasında gerçekleri ne çok geride bırakıp önyargıların ne de çok esiri olunmuş aslında.ki önyargıları besleyen duygu sadece bencilliğidir insanın..ne kadar çok bencillik o kadar çok önyargı..kendi mutsuzluğuyla başkalarının mutluluğu örsenlemeye çalışıldığında çekememezlik,hazmedememek,bencilleştirdi,hırçınlaştırdı insanı.ben mutsuzsam herkes mutsuz olsun istendiğinde aslında başlı başına yalnızlıktı bütün hücrelerde dolaşan ki dışarıdan görünmesin diye ince bir tül yetmedi duyguların üzerini örtmeye..kalın kalın örtüler örterken daha çok belli olur mu diye çiviler çakıldıkça acıtıldı tüm duygular..yetmedi..en beteri başkalarının gönüllerine de çakınca o çivileri de fark edildi yalnızlık..ama adı değişti o anda yalnızlığın;adı kötülük oldu.

Çünkü kolaydır kızmak,sövmek,kavga etmek,yaftalamak..

konuşmaya çalışmak,tanımaya çalışmak,dinlemek ve anlamaya çalışmak ise zahmetli iş.önyargılar düşmanlıktır.ki insanlar kendi menfaatleriyle örtüşmeyen insanlara,söylemlerinde,anlattıklarında,hayat hikayelerinde kendi hayatının izlerini görmediklerine burun kıvırır..oysa ki kendinin bir benzeri kişiye sadece kendini yansıtır,yeni bir söz duymaz!

Farklılıkların ahenkli bir bütünü oluşturup her daim bir adım daha öne taşıdığı da yadsınamazki bu hayatta..tıpkı hücrelerimiz gibi.trilyonlarca farklı hücrenin bir araya gelip yaşamsal belirtinin meydana gelmesi gibi..bir çok notanın bir araya gelip melodileri oluşturması gibi..eğer gidilecek yol aynı yolsa,amaç aynı amaçsa..daha mutlu olmak,her gün yeni bir umutla uyanmak,kavgasız tasasız yarınlar inşa etmekse..birliktelikse amaç..uyumsa,birbirinin acılarından beslenmek,çözüm yolları bulmak ve hoşgörülü bir hayatsa;farklı tınılar,farklı fikirler,farklılıklar zenginliktir..

Ve vicdan..

İnsana en çok yakışandır..

1 Kasım 2011 Salı

oyuncak hikayesi 3




Oyuncak hikayesi 3 ‘ü seyreden ama geç seyreden biri olarak beğenmekle beğenmemek arası gidip gelirken duygularım, sevdiğim ve sevmediklerimi sıraladığımda sevdiklerim ağır bastı..beklentilerim çok yüksekti ve bu muymuş dedim önce.çünkü hızlı bir tempoda bekliyordum olay örgüsünü ama sonra fark ettim izlerken boğazımda düğümlendi bir şeyler.tüylerin ürpermesi durumunu yaşadım kısacası..bu kadar insani duygunun karakterlerin yüzlerine yansıtılması mıydı beni etkileyen yoksa oyuncaklara veda edeli çok olan birinin oyuncaklarını özlemesimiydi bilmiyorum.

niyahetinde sevdim hele ki animasyon sevenler için seyredilmeli diyeceğim bir film serinin devamını bekliyorum..

pixar’ın elinden çıkan nemo,the incredıbles,up,cars animasyonlarının tiryakiliğini de dikkate alırsanız toy story de aynı tatta bir animasyon.beğenmedim deme gibi bir şansı elinizden alıyor pixar.kusur aramaya kendimi ayarlamışken kusur bulmak benim için zorlaşıyor işte o anda ve sonunda duygularımla şekillendirdiğim fikirlerim olumlu cevabı veriyor.

Ama yine de benim favorim bayıldığım hayran kaldığım animasyonum ratatouille..seyretmediyseniz tavsiyesi bol olacak benim açımdan..

Küçük bir tavsiye daha animasyon sevenler için sosyal medyada çoktandır dolanan ve çokta beğendiğim pixar’ın elinden çıkan bir animasyonda “day&night” seyretmiş olma ihtimalinizin yüksek olmasıyla birlikte izlemeyenlere tavsiye ederim.

23 Ekim 2011 Pazar

son ayların en iyi kitabı..




‎"Âlemde sevgiden büyük bir umut da, sevgiden öte bir korku da yoktur. Sevgiliden korkmak, korkunun en yüksek derecesi, sevgiliden umut etmek umudun en yüksek kertesidir. Sevgilisi olmayan biri, yaşadığını sansa da yürüyen ölüden ibarettir!..."

OD

İskender Pala


Yunus Emre’den Bir Yazı;
Biliyorum,
“Biz bu ilden gider olduk,
kalanlara selam olsun,” demişti…
Yine Biliyorum,
“Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun.” Demişti…
Ve Sevgili’ye gittiği o geceden sonra adının dilden dile,
Aşkının gönülden gönüle dolaştığını da biliyorum…
Şimdilerde ona kimisi Âşık Yunus, Miskin Yunus…
Derviş Yunus…Varsın onu da desinler.
Ve Türk yurtlarında, onu en çok “Bizim Yunus” diye çağırırlar.
Biliyorum…
Ten fânidir, can ölmez
Çün, gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür
Canlar ölesi değil...

21 Ekim 2011 Cuma

ben isterim

BEN İSTERİM
Ben isterim ki
Bulutlar ağlasın
Çocuklar ağlamasın.
Hiçbiri öksüzlük
Yetimlik duymasın.

Ben isterim ki
Konuşsun her çiçek
kendi dilince
Silahların
kesilsin sesi.

Ben isterim ki
soğuğa, karanlığa
kapansın kapılar,
Gözler kapanmasın,
Sözler kapanmasın.

Ben isterim ki,
Yangınlar sönsün,
Umutlar sönmesin.
Erişsin her meyve
kendi çağında.
Yüreklere
acı söz değmesin.

Ben isterim ki,
eğilsin dallar
bereketten.
İnsanoğlu
başını eğmesin
utançtan ya da güçsüzlükten.

Ben isterim ki
gözyaşı gibi
aksın pınarlar
berrak, duru
toprağın üzerinde.
Pınar gibi
akmasın gözyaşı
yeryüzünün hiçbir yerinde.
Ben isterim ki
Her şey eğilsin
insanın önünde
insan insana tutsak olmasın.

Ben isterim ki
sevinç, mutluluk
bol olsun.
Yürekten yüreğe,
ülkeden ülkeye
açık yol olsun...
resul rıza

7 Ekim 2011 Cuma

mevlana'dan

Ey insan oğlu kaf dağı kadar yüksekte olsan da kefene sığacak kadar kucuksun.
Unutma her şeyin bir hesabı var;üzdüğün kadar üzülürsun.

HZ.MEVLANA

28 Eylül 2011 Çarşamba

güzell..

polyannacılık kayba uğradığımızda,elimizde kalanları fark etme ve sevinme becerisidir..kendini avutmak değil,bardağın dolu yanını fark etmektir.

üstün dökmen

MUTLULUK...




nefes nefese günlerle geçerken ömür.bazılarının hayatı tepetaklak olmuşken bazılarınınki yeni başlangıçlara gebe.hepsinde bir oluş varoluş hikayesi..dibe batmışken şahlanmış hayatlara tanık herbirimiz.hep bir aşamalar dizisi ömrümüz."bugün bitti ya yarınlar" sorusu kafamızda baloncuk oluşturup dolaşırken dört bir tarafta.iyiyle kötü içiçe geçmişken ısmarlanmış hayatların ucundan tutantutanayken bu günlerde,bendeniz bol adrenalinli sevincide katmışken heybeme bugün ısmarlama bir yazı yazdığımıda belirtmek isterim önce.

acılı acısız yaralı yarasız ve düşe kalka inişli çıkışlı hayatlarımızda hep bir parça mutluluktu istediğimiz.avuç içi kadar mutluluk için neler neler verirdik herbirimiz.sonuna doğru yaklaşmışken en azından belli bir zaman dilimi için sıraladığımız hayallerimizi bugün bir çentik daha attık hayallerimizin yanına.

farklı şehirlerden farklı kültürlerden farklı ailelerden gelirken sırt çantamızla başka bir şehre.içimizdeki heyecanın içinde suratları belirsiz ama varolacağından emin dostluklarla adım atarken bilmediğimiz bir şehrin kaldırımında doğru kalplerle kesişince içi dolu bir dostluk oldu adı.

bambaşka hikayelerin içinde yol alırken soluksuz okuyorduk her bir satırı ve sonunu iple çekiyorduk o masum hikayenin ki bugün birimiz daha hemde uzun bir bekleyişin ardından hikayenin mutlu sonunu yazdıda bizde sevinç çığlıklarıyla eşlik ettik temiz kalpli dostumuza..

herşeyin en güzelini hakeden o içindeki masum duyguyu kirletmeden bugüne kadar saklayan ve biran olsun samimiyetinden ödün vermeyen temiz kalpli insanların hakettiği bir yaşamı yaşamalarından başkasını dileyemezdi insan.bizde öyle yaptık.

bazı günler çok özeldir ve insan bir kez yaşar..tadı damağında kalır..öyle bir gündür ki o gün kendini masallardaki prenses gibi sanırsın ve ayakların yerden kesilir..sadece o an soluksuz kalırsında inanamazsın gerçekten o anı yaşadığına..yani şimdi senin inanamadığın gibi.elini ayağını koyacağın yeri şaşırdığın gibi..ağzın kulaklarında dolaştığın gibi.aklının durduğu kalbinin deli gibi çarptığı gibi..zaman durmuşta ilerlemiyormuş gibi..mutluluktan kekelediğin gibi..

bu zaman kıymetli zaman..sıkı sıkı tut ellerinde gölge düşürmesine izin verme hiçbirşeyin ve her ayrıntıyı o kadar çok kazımaya çalışki gönlüne mutluluğunun heyecanının stresinin yorgunluğunun sevginin coşkunun gözyaşlarının sebebi hiç çıkmasın güzel kalbinden..

ayağımı iyi sürüdüm heralde hadi bakalım takılın sizde peşime:))

25 Eylül 2011 Pazar

can dündar'dan...

"20 li yaşlara kadar iyilikle kötülüğün ülkesi,kalın sınır çizgileriyle ayrılıyor birbirinden. Sıkı dostları ve düşmanları oluyor insanın. Onları ölesiye seviyor ya da ölesiye nefret ediyor onlardan.

30 larında yalanı hakikatten ayırt etmeye basliyor.iyi sandıklarının hiyanetiyle tanısıyor, sirtinda dost isi hançer darbeleriyle; ve en kötü zannettiği şefkatle imdadina yetişiveriyor.

Zaman kanatlanıp da 40 ına yaklaştığında insan, iyiyi kötüden ayıran hudut çizgilerini birbirine karıştırıyor. iyilere nakşolmus kötüyü ve kötülerin içindeki iyiliği de keşfediyor ademoğlu. Anlıyor ki, iyi insan/kötü insan yok; insanın içinde iyilik ve kötülük var, kötüyle iyi panzehiri değil birbirinin; kankardeşi. iyilerle kötüler çekiştirmiyor ipi. iyilik ve
kötülükten örülmüş ibrişimin kendisi.


Bunu anlayınca şaşmıyorsun nefretin birden şehvete dönüşmesine; acı girdaplarının içinde hazzın raksetmesine.Tevazuyla gurur, haysiyetsizlikle onur el ele yürüyor. insan, şuuraltındaki isyankarla sahtekarı, günahkarla tövbekarı birarada farkediyor.
Benim, hükmeden ve boyun eğen, zulmeden ve acı çeken.Bunca şiddet kadar onca merhamet de benim eserim.Minneti nefrete, korkuyu cesarete, zaferi hezimete
bulayan benim.Kundak bezime tıpatıp benziyor kefenim,hayatım muhteşem ve sefil, mağrur ve rezil, hayasiz ve asil.

Ben, hem örs hem çekicim.

işte bu keşif kolaylaştırıyor yaşamı..
Anlıyorsun ki toplumlar gibi insanlar da kanlı iç savaşlarına borçlu ilerlemesini..

O zaman , iyileri kötülerden ayırmak gibi nafile bir uğraşı bırakıp -başta kendin olmak üzere- insanların içindeki iyiliğin peşine düşüyorsun; kıymet bilmeyi ve -yine başta kendin olmak üzere- herkesi hoş görmeyi ögreniyorsun.

Tükendikçe pahalanıyor zaman; günler azaldıkça uzuyor. Saçların gibi, seyreldikçe değerleniyor dostların.Günahları ve zaaflarıyla da övünüyor insanlar; sevapları ve zaferleri kadar.

Önemli değil kaç kez yenildiğin; önemli olan, kaç yenilgiden sonra yeniden doğrulabildiğin.

Bu paramparça ruhlardan, çelişkili duygulardan,çatışmanın açtığı yaralardan mucizevi bir ahenk çıkıyor ortaya

ki olgunluk diyorlar adina....."
(nereye kitabından)

kelimeler tükendiğinde..

kelimeler tükendiğinde cümlelerin bir anlamı olmuyor artık..hayat kelimelerin arasında gidip gelirken tükendiği anda söyleyecekte pek bir şey kalmıyor.tekrar dolar mı o kelimeler o kelimelerin tılsımı tekrar cümlelere dönüşür mü bilinmez..cümleler çıktıkça bir bir büyüler mi o da bilinmez.kısa molaların bir anlamı var mıdır.sanırım hayır ya dolu dizgin gitmelidir gittiği yere ya da bitmelidir bittiği yerde..dayatmak beklemeye almak sancılı dönemlerin ilacı mıdır ki de o aralar verilir.dönüşlerde o aranın soğukluğu kaplamaz mı yürekleri,kaplar..

herkes kendi satır arasında yaşarken birileri o satırların altını kalın kalın çizerken birileri çizmeye korkar..korkular en çokta yaşanacakları gölgede bırakırken böyle yaşayanlara yani kelimelerini tüketmiş yeni kelimelerle yeniden heyecan arayanlara benden selam olsun..

16 Eylül 2011 Cuma

küçük kız

talihsizliğin yıllardır dillere dolanan o sözle başlıyordu küçük kız..sessizlik oldu mu "birinin kızı oldu." söylemiyle kaderine paha biçilmişti.yorgun bir annenin yorgun bir kızıydın sende diğer yorgun anneler ve kızları gibi.babana erkek adamın erkek çocuğu olur diyemediler ama içlerinden kıs kıs gülüp erkek adamın erkek damadı olur demeyi de birşey sandılar.

cinsiyetinden ileri gelir ki yaftaladılar seni de pembeyle..odan pembe,kundağın pembe,patiklerin pembe..hayat,toz pembesinden nasibini almamıştı oysa..oyuncak bebeklerin olacak hepsi kız,sonra sanki çokta matah bişeymiş gibi tencerelerin tavaların ütülerin olacak.dikiş dikeceksin ufacık ellerinle oyuncak bebeklerine.o kadar heves edeceksin ki evcilik oynamaya hayat hep öyle sanacaksın.

kız çocuğu olmanın tüm şımarıklığını tüm koruma duygularını yaşayacaksında kalbin bir hiç uğruna kırıldığında bu kırgınlığın asla telafisi olmayacağını aklına getirmeyeceksin bile.bir söze bir gülüşe bir çiçeğe kanarken masumluğun karşındakilerin suratına tokat gibi çarparken ordan sana doğru sekecekte şaşıracaksın.bir kere kırıldı mı kalp bir daha olmaz sanıcaksın ama her defasında yeniden yeniden kırılacaksın.bu da yetmezmiş gibi güçlü duracaksın,az konuşacaksın,hanım hanımcık olacak,az güleceksin.geri teptindi mi senden tüm istilenilenleri tecrit edileceksin.

sevmediğin bir okulun yolunu tutacak bazen yolunu tutacak bir okul bile bulamayacaksın..erken yaşta evlendirilecek belki töre cinayetine kurban gidiceksin..belki kandırılacaksın kaçacaksın,belki sevdiğine vermedikleri için kaçacaksın..belki yanlış tercihlerin yüzünden yıllarca sana dayatılanı yaşayacaksın..gözlerini açtığın pembenin ne zaman siyaha dönüştüğünü anlayamayacaksın bile.hep dayatılanların uğrunda ömrün törpülenirken her defasında yıkılıp yıkılıp tekrar ayağa kalkacaksın her devasında biraz daha eksilerek.çünkü cinsiyetin pembe bu böyle ileri gele..

kadınlar..kadın doktorlar,kadın öğretmenler,kadın politikacılar,kadın yazarlar,kadın oyuncular,kadın şarkıcılar..mühendis fakültelerin hiçbirinde çokça kız görmezsin onlar ellerinin hamuruyla şantiyelerde dolaşamazlar.kadın doktor mu güvenilir mi ki onların cesareti olmaz çünkü.bir bayan için en ideal meslek öğretmenlik;eşiyle ilgilenebilir,çocuk yapabilir,3 ay tatil yapabilir.

en çokta hemcinslerinden darbeyi yiyen kadınlar..çekememezlik,fesatlık,arkadan vurmalar,kıskıs gülmeler..en çokta en yakınındaki kız arkadaşının sırtından vurmasına dayanamayacaksında olup biteni anladığında çoktan kalbin nasırlaşmış sana özgü olan tüm varoluş sebeplerini ıskalamış ve çoktan pembeden nefret etmiş olacaksın.

pembeden nefret ederken yerine asil renk siyahı koyacaksın belki.belki tutkunun rengi kırmızıyı..dinginliğin rengi maviyi..huzurun rengi sarıyı seçeceksin belki.hangi renk olursa olsun kendine göre bir tonu olacak,o ton bir tını gibi kalplere kazılacakta çokça insanın mührü olacaksın..birinin vazgeçilmezi,birinin hayat yoldaşı,birinin sırdaşı,birinin pamuk prensesi..hep birilerinin hayatında en kıymetli olarak kalırken küçük kız,kendi hayatının kıymetlilerini belirlemek için çıktığın uzun ve kavisli bu yolu aştıkça pembenin aslında ne kadar güçlü olduğunu keşfedeceksin..

14 Eylül 2011 Çarşamba

...



‎"İnsanlarla yüzyüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin". [P. Neruda]

çok beğendim..




Hüzün en çok gülümseyenlere yakışır... içindeki fırtınalı kışlara rağmen yüzünde baharı göstermeye çalışanların trajedisini bir tek kendileri bilir...hazandan geçmeyen hüzünden ne anlar...

13 Eylül 2011 Salı

11 Eylül 2011 Pazar

eylül



zaman su gibi akıp gidiyor.eylülü yarıladık bile.sonbahar mevsimini hep sevmişimdir.üzerine bir hırka al ve dolaş tüm sokakları..ne sıcaklar bunlatır insanı dolaşırken ne de soğuktan kat kat giyinmenin ağırlığı yorar.hafifsindir..dinginlik mevsimidir sonbahar..

yerleri parlayan,temizlik kokan evin..fırından gelen mis gibi kek kokuları..fesleğenlerin..camın kenarındaki köşene oturup elinde kahven ve bitmesini istemediğin kitabın..sessizlik..

okul alışverişleri;kıyafeti,çantası,kalemi,defteri..pazar günü erkenden yatağa girme işkencesi..tüm tatil keyfinin bitmesi..dışardan gelen okulun zili..her yerde çocuk şakıması..evin önünden geçen bir grup öğrenci..duraklar kalabalık otobüsler kalabalık..eğitimin içinde çokçada tanıdık.."yeni eğitim öğretim yılı hayırlı olsun.." ritüeli benim için her eylül ayı..

televizyonda başlayan yeni diziler,yeni soluklar,yeni programlar,tadı damakta kalan geçen senenin reyting birincisi dizileri..televizyonlar pek bir hareketli pek bir kalabalık..ordu sürüsü gibi başlayıp bir aya kalmadan teker teker yok olacak bir sürü dizi,program..senaryolar bildik tanıdık oyuncular çok tutan meşhur dizilerin çok sevilen oyuncuları..dizilere dağılmış aynı yüzler ve onların reyting savaşları..eylülün bu yarısı takip edilecek dizi taraması yapmayla tüm dizilere bakarak geçen bir zaman kesiti..

yazın bitmesine sitem..sonbaharın gelmesine merhaba..eylül ayı geçiş ayı..

ve

eylül ayı,uzaktaki sevdiklerini daha çok özleyeceğini farkettiğin çünkü yaza daha çok var diye iç geçirdiğin özlem ayı..

***

kitap,okumayı bilene bir tutkudur..

nadir de olsa okuduğum kitaplara değinsemde hazır sözü geçmişken eylül ayının,aklıma ilk gelen lise yıllarında okuduğum Mehmet Rauf'un Eylül romanı oldu.edebiyatımızda ilk psikolojik roman olarak geçer ünü.ruhsal çözümlemelerin gayet yerinde yapıldığı Suat,Süreyya ve Necip'in romanıdır.karıştırdığım notlarımın arasında vaktiyle karaladığım kitapla ilgili bir kaç satır bulunca yeniden okumuş gibi oldum.

meraklısına romandan bir pasaj:

"Eylül!.. Henüz renk ve güzel kokular bitmemiş, fakat baharın bol renkleri, hissedilmez şekilde kaybolmuştu. Bu kayboluşta geri gelmek ister gibi bir eda vardı ama, bu boş, acı, hırçın bir edaydı ve buna karşın baharın rengi soluverdi. Artık uyanmış, doğanın ruhunu görüyordu; yaprakların nasıl sararmış, birçoğunun düşüp çamurlarda çürümüş olduğunu görüyor ve şimdi, hava ne kadar güzel olsa, ne kadar geçici, bu renk ve güzel kokuların ne kadar vefasız, ne kadar ele avuca sığmaz, eldeyken değeri bilinmemiş, öylece harcanmış bir hazine olduğunu acı acı görüyordu. İşte artık ne bir çiçek kalmıştı, ne de güzel bir koku… Artık dayanma gücü de kalmamıştı, hepsi çürümüştü… Önceleri yağmur yağsa umursamazlardı, yağmurdan sonra yeni bir hayat, yeni bir tazelik gelirdi; şimdiyse… İşte yağmur, işte kış, her şeyi çürütüyordu. Her şeyi…"

6 Eylül 2011 Salı

teşekkür ederim!

sürekli takip ettiğim köşe yazarları vardır benimde herkes gibi..çoğuda kadın,kadın dayanışması diyelim.okurum bir kaç gün sonra yenilerini yazdıklarında okurum bi de üstüne eskilerinide okurum..onların kelimelerle dansı hoşuma gider..kullandıkları kelimelere odaklanır ve o kelimenin bende bıraktığı ize takılırda yeni bir şey keşfetmişim gibi belki de her seferinde aynı şeyi keşfetmenin bir kere bir kere daha keşfetmenin mutluluğunu yaşarım..bi çok bilgi bir çok duygu bir çok düşünce öğrenirim..

başucu kitaplarım vardır benim altını çizdiklerim defalarca aynı satırı okuyup ezberlediklerim..köşe yazarlarıda vardır böyle..ve bazı köşe yazılarıda..

kelimeler o kelimelerin buluştuğu diğer kelimelerle oluşan cümleler ve sonundaki noktalama işaretleri..nedendir bilmem severim noktalama işaretlerini ve en çok üç noktayı (...) bitmesini istemediğim için bence içimdeki bu duygu..yaparken keyif aldığım eylemlerim hiç bitmesin ve hep böyle içimdeki çocuk duyguyla devam etsin yeni öğreniyormuşum gibi bildiğim onca şeyi simgelemek içindir belki..

ve belki söyleyecek daha çok sözüm olduğunu düşündüğüm içindir..

en basit en masum kelime bile noktalama işaretleriyle buluşunca nasılda keskinleşir..

kitap,kalem,kağıt..

çantamdan,evimden,hayatımdan çıkaramayacağım üç şeydir..kitapların arasında geçirilen vakit kadar güzeli var mıdır,yoktur!

o cümlelere kendini bırakmak kadar keyiflisi,o cümleleri bir yerlere karalamak kadar eğlencelisi var mıdır,yoktur!

tüm bunların insanda bıraktığı alışkanlık kadar mükemmeli var mdır,o da yoktur!

benim için çok eskilere dayanan bir serüven bu.bunun için daha okuma yazma bilmediğim zamanlarda yatmadan önce başıma gelipte bana her akşam kitap okuyan babama ve anneme teşekkür etmem gerekir ki bana böyle bir miras bıraktıkları için!çok teşekkür ederim..

herbirimizin hayatında vazgeçemeyecekleri vardır.benim ki kitaplar kalemler ve kağıtlar..(tabi ki bu sadece bazıları) ya sizin ki?

"beni sana sımsıkı sarılı görenler olmuş"

semboller ararım akıp giderken zaman..ve bazı şeylerin eğer görürsek bir işaret olduğunu düşünürüm.hiç zorlamadan dönüp baktığımda dünüme hep aynı tarih gelir gözümün önüne..

birbir ortak noktalar..ortak sevinçler,ortak kederler..aynı anda aynı düşünceler..eylemlerim nedeni tanıdık..ağızdan çıkan söz,içten geçen duygu bilindik..hergün yeniden yeniden tanıyormuş gibi hayranlık..arkadaşlık,sırdaşlık..kahvenin aroması eşiliğinde sıcak sohbet mutluluk..birlikte geçirilen her yeni gün diğerlerinden farklı ve özel bir gün..mideye kramp girme garantili kahkahalar eğlencelik..duyguların hası bizlik..

her ayın 6'sı kıymetimdir,özelimdir,benim (bizim) dir..

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Hz. Mevlana

‎"Anladım ki; İnsanlar;
Susanı korkak, görmezden geleni aptal,
Affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar.
Oysa ki; Biz istediğimiz kadar hayatımızdalar.
Göz yumduğumuz kadar dürüstler,
ve sustuğumuz kadar insanlar..!"

30 Ağustos 2011 Salı

7'den 77'ye



insanın öğrenmesi gereken ilk dil tatlı dildir..
barış manço

başkalarını kıskanma,onlarla uğraşma!!



kıskançlık cehaletten beslenir..


köpük köpük :))


yok mudur sizinde hani şöyle yapmak için can attığınız yaptığınızda kendinizi dünyanın en mutlu insanı saydığınız..kaç yaşında olursanız olun çocuklaştıkça çocuklaştığınız..o kadar ki ufak bir çift göz size bakarken uzaktan şaşkındır da siz utanırsınız çocuğun gözünün önünde de olmadı bak şimdi bu diye..ama yaparda yaparsınız hani..
yani kendinizi engelleyemediğiniz engellemekte istemediğiniz bir o kadarda size huzur ve mutluluk veren alışkanlıklarınız saçmalıklarınız hadi biz ona delilikleriniz diyelim..yok mu sizin de?
güzel bir masa hazırlanmış.içecek olarak kola tercih edilmiş ve şişe ilk açıldığı anda ilk bardağa dolan o köpüğü içmek için "köpük köpük" diye can atanları biliyorum..ki artık bunu bilen tanıdıklar her seferinde o köpükle bakışan kişiyi tanırlar.
o masadaki çok lezzetli birbirinden güzel yemekler tabaklara konarken bakmaz mısınız en fazlası bana gelsin diye de sonrasında duaya başlamaz mısınız?ya gelmezse bide hüzünlenip bide gelirse sanki altılı tutturmuş gibi şakımaz mısınız?
sıra geldi mi yemeği yemeğe.ama o da nesi yemeğin en sevdiğim yeri..en sona kalmalı orası işte,tadını çıkara çıkara yemeliyim diyenlerden olabilir misiniz?
mesela gece yatağa çorapla girip çorabın tekini bir ayağınızla diğerini de diğeriyle çıkarıp buz gibi çarşafa değdiğindeki keyif başkadır mı dediniz?
kana kana su içmek isterken şu işimde bitsin bu işimde bitsin diye diye en keyiflisini en sona bırakmak isterim mi dediniz? bir nevi kendine işkence etmekte olsa bu büyük bir zevktir benim için mi diyorsunuz yoksa?
başka işle uğraşsa da mutlaka evdeki televizyonu açıp,seyretmese de kendine arkadaş edenler..seyretmese de sesini kısıp gecenin karanlığında açık bırakanlar..
uyku artık çöktüğünde bilerek televizyon açık kalsa da bir nevi ninni görevini görse diye bazen erkenden birileri daha uyanıkken koltukta uyumak isteyenler..
odayı paylaştığın kardeşinden ve ya arkadaşından,eşinden önce yatağa giripte ışığı kapatmamak için binbir takla atanlar..
hangi delilik sizin yoksa başka mı sizin delilikleriniz:))

29 Ağustos 2011 Pazartesi

bayramınız kutlu olsun!!...




iyi bayramlar :))

illa ki o fotoğraf..

küçüktüm..
evin beyleri bayram namazına giderlerdi.evin hanımları da mutfağa doluşur sıcak sıcak börekler çörekler en taze en lezzetli kahvaltılıkları çıkarırda mükemmel kahvaltı masaları hazırlarlardı.biz küçükler bayramlıklarımızı giymenin şımarıklığıyla ortalıkta dolaşırdık..
uzaktan gelecek aile bireylerinin beklenmesiyle geçen arife gününün keyfi her zaman bir başkaydı.kapıyı onlara büyük bir sevinçle açmanın tarifini anlatmam ise imkansız..kucaklaşmalar,sıcak çayla zenginleşen sohbetler,çantaların içinden çıkan rengarenk hediye paketleri..o gece huzurla mutlulukla uyumak hatta uyumamak için direnmek ne büyük bir hazdı.
bayram deyince benim aklıma ilk önce evin beylerinin namazdan gelmesiyle antrede aile bireylerinin toplanıp bayramlaşması gelir.illa ki o fotoğraf gelir çünkü benim için bayram orda ki birbirine olan saygı sevgi tutkunluk bayramı bayram gibi yaşayan bir aile fotoğrafıdır.
kocaman bir aile olmanın..herkesin o masa etrafında toplanıp kahvaltı yapması..komşuları dolaşıp kapı kapı şeker toplamalarımız ve sonunda o poşetlerdeki şekerleri sayıp en çok ben topladım demektir benim için bayram..
benim için bayram tüm aile birlikte olmak..el öpmek..akrabaları dolaşmak..bayramlaşmaktır..bayram için yapılan mis gibi bayram temizlikleri ve sarılan sarmalar,pişirilen börekler,yapılan baklavalardır..
misafir gelince şeker ve kolonya tutmak..kapıdaki ayakkabıları düzeltmek..giden her misafirin arkasından yayılmadan oturduğun yere evi toparlayıp diğer misafir için beklemektir..her kapı çaldığında koşar adım gidip kapıyı açmak ve gülümsemeyle buyur etmektir içeri..uzun zamandır görüşmediğin aile fertleriyle akrabayla dostlarla hasret gidermektir..akşam olduğunda artık geç oldu bu saatten sonra gelen olmaz heralde deyip boş boş durmak ve diğer gün için heyecanlanmaktır..
bayram bittiğinde dönüşler başladığında içi sızlatan ve gözlerden dökülen gözyaşıdır..otobüsün camına yapışmış ağlamaktan kızarmış bir burun ve gecenin ışıklarını takip ede ede eve dönüştür..
benim için bayramlar..
illaki o fotoğraftır..
herkesin bayramı kutlu olsun!!

illa ki o fotoğraf..

küçüktüm..
evin beyleri bayram namazına giderlerdi.evin hanımları da mutfağa doluşur sıcak sıcak börekler çörekler en taze en lezzetli kahvaltılıkları çıkarırda mükemmel kahvaltı masaları hazırlarlardı.biz küçükler bayramlıklarımızı giymenin şımarıklığıyla ortalıkta dolaşırdık..
uzaktan gelecek aile bireylerinin beklenmesiyle geçen arife gününün keyfi her zaman bir başkaydı.kapıyı onlara büyük bir sevinçle açmanın tarifini anlatmam ise imkansız..kucaklaşmalar,sıcak çayla zenginleşen sohbetler,çantaların içinden çıkan rengarenk hediye paketleri..o gece huzurla mutlulukla uyumak hatta uyumamak için direnmek ne büyük bir hazdı.
bayram deyince benim aklıma ilk önce evin beylerinin namazdan gelmesiyle antrede aile bireylerinin toplanıp bayramlaşması gelir.illa ki o fotoğraf gelir çünkü benim için bayram orda ki birbirine olan saygı sevgi tutkunluk bayramı bayram gibi yaşayan bir aile fotoğrafıdır.
kocaman bir aile olmanın..herkesin o masa etrafında toplanıp kahvaltı yapması..komşuları dolaşıp kapı kapı şeker toplamalarımız ve sonunda o poşetlerdeki şekerleri sayıp en çok ben topladım demektir benim için bayram..
benim için bayram tüm aile birlikte olmak..el öpmek..akrabaları dolaşmak..bayramlaşmaktır..bayram için yapılan mis gibi bayram temizlikleri ve sarılan sarmalar,pişirilen börekler,yapılan baklavalardır..
misafir gelince şeker ve kolonya tutmak..kapıdaki ayakkabıları düzeltmek..giden her misafirin arkasından yayılmadan oturduğun yere evi toparlayıp diğer misafir için beklemektir..her kapı çaldığında koşar adım gidip kapıyı açmak ve gülümsemeyle buyur etmektir içeri..uzun zamandır görüşmediğin aile fertleriyle akrabayla dostlarla hasret gidermektir..akşam olduğunda artık geç oldu bu saatten sonra gelen olmaz heralde deyip boş boş durmak ve diğer gün için heyecanlanmaktır..
bayram bittiğinde dönüşler başladığında içi sızlatan ve gözlerden dökülen gözyaşıdır..otobüsün camına yapışmış ağlamaktan kızarmış bir burun ve gecenin ışıklarını takip ede ede eve dönüştür..
benim için bayramlar..
illaki o fotoğraftır..
herkesin bayramı kutlu olsun!!

28 Ağustos 2011 Pazar

kahkahalarımız

yıllar önce canım diyebileceğim arkadaşlarımdan biri öyle de kötü günler geçiriyordu ki hiçbirimiz hiçbirşey yapamıyorduk..gözümüzün önünde eriyip gidiyordu ama çaresi yoktu.sanki hepsi bir olup dertler gönlüne oturup kalmıştı da bir daha ordan gitmeyecek gibiydiler.

şimdi herşey ne kadar da karışık..ne kadar da bilinmez..bir girdap..sanki hiç çıkılmaz ordan..kabusa dönüşür hayat.hayat hiç olmadığı kadar acımasız..omuzlarında bir yorgunluk..canın burnunda uykusuz geçen kaç gün..uyusan bu uyku değil..

gittiler..yani o dertlerde diğerleri gibi kanıksandılar zamanla..

şimdi bambaşka bir hayatın kapılarını inatla açarken onun yüzündeki o gülümsemeye hayranım.hiç birşey olmamış gibi attığı kahkahalarına hayranım..her seferinde telefonun diğer ucundaki sevimli sıcak sesine hayranım..

sanki hiçbirşey olmamış gibi devam ederken hayatına,tüm gücünü kahkahalarından aldığını biliyorum...

gece yatağına usulca uzandığında üstüne çöken o ağırlıkla mücadele etmek için kaç gece uyumadan sabah ettiğini biliyorum...

acımızı unutmak için..daha güçlü görünmek için..insanların başımıza üşüşmesini engellemek için..hayata bir şekilde devam etmek için yapmıyor muyuz zaman zaman böyle şeyler?

kaç yerimizden kaç kere vurulduk..vurulduğumuz yerlerimizi kaç kere yapıştırdık..bazen yine vurdular,yapışan yerden sızdı aktı gitti tüm acılar..bazen paramparça ettiler de biri geldi de onarmaya çalıştı bazen kimse yoktu birleştiricez diye tüm parçaları bazılarını kaybetmedik mi..

kaybedince o parçaları..o parçaların yokluğu bazen bizi vurdum duymaz bazen bencil bazen sinirli bazen yalnız yapmadı mı..

sorumlu kimdi?

belki hiçkimse belki herkes..

ama her seferinde içimizdeki iyi insana sarılmadık mı?elimizde o vardı son koz onu oynadık..

iyi ki de oynadık..ne kadar çok yağmurlar yağdı camın üzerine..fırtınalar çıktı da bozbulanık yaptı camı..soğuktan buzlaştıda cam sıcağı görünce çatladı..en nihayetinde bir bez alıp silmekti asıl olan camı.o zaman önümüzdeydi hasretle görmek için beklediğimiz yer..

ve gördük sonunda da içimizdeymiş tüm güç onu bildik..

o zaman attık işte tüm kahkahalarımızı inadına yaşamak diye tüm gücümüzle..bu sefer kahkahalarımız zaferimiz oldu..kahkahalarımız biz olduk..

24 Ağustos 2011 Çarşamba

herşeye herkese eleştiri;peki neden?

özene bezene zamanınızdan çokça bir vakit ayırarak birde üstüne yorularak emek vererek yaptığınız hangi iş varsa birini seçin ve düşünün..memnuniyetini dile getiren bir ses beklersiniz ve ya memnun kalmış bir yüz ifadesi..

biri bizi eleştirdiğinde şöyle düşünürüz:
1.kendini beğenmiş,burnu havada,beni çekemedi..
2.neden mükemmeliyetçilik arıyor,niye takdir etmiyor?
3.bununla birlikte bir daha karşılaşmak ve konuşmak istemiyorum;bunun egosu şişkin beni kıskanıyor.

hadi bunu geçelim karşımızdakilere biraz sitem edelim..

nedendir bilinmez bizde iyi yapılan şeylere bile hep bir kulp takılır..didiklenirde didiklenir herşey..sonunda da mutlaka bulunur birşeyler..bulamayınca ağızdan çıkan tek cümle yeter "hımm güzel ama benim tarzım değil."

ee beğendin be kuzum ne gerek var kıvırmaya?

birilerini takdir etme yetimiz sanırım çok gelişmemiş..anne babalar çocuklarından hep daha iyisini beklerken öğretmenler hep bildik sularda yüzdürdüler okyanuslara salmadılar..eş dost eksik aramaya kodlanmış gibi hal ve tavır içindeydiler..kimileri için küçücük bir adım bile büyük bir olayken,kimileri için ise sıradandı ve anlamadılar..karşılaştırmalar ise hiç bitmedi..yani takdir etmek çok zor oldu tabi takdir edildiğini duymakta imkansız..

takdir etmek bir o kadar imkansızken eleştirmek ise bir o kadar kolay..tabi biz olumsuz eleştiri uzmanıyız.nerden bulurda kötü birşey buluruz diye gözlerimiz hep dört açık..mükemmeliyetçilik mi bu bence değil.bu olsa olsa kendini mükemmel sanıp sağa sola eksiksin tavrı takınmaktan gelen üstün olma tutkusu..bir nevi ukalalık hele ki tarzınızlada birleşince tam bir ukalalık olabilir..ve ya kendi aşağılık kompleksinizi bir başkasını yaralayarak örtme teşebbüsü..

eleştiriyi doğru ve zamanında yaparsanız can simidir.ama olur olmadık yerlerde hele ki karşınızdakini acıtan eleştiriler yapıp üzerine de onun iyiliğini düşünüyorum cümleleri kurarsanız inanın ki samimiyet değil bu.

biz herşeyi yarım yamalak öğrenen ve uygulayan bir toplum olduğumuz için herşeyi çok iyi biliyoruz..yanlış biliyoruz yanlış yapıyoruz ama kabullenmeyide bilmiyoruz.herkes herşeyin en iyisini yapmak zorunda değil.bunu sanırım birilerine söylemek gerekir ama o birileri bunu ne kadar duyar o da ayrı bir muamma..

karşınızdakileri eleştirirken kaçınız mükemmelsiniz ya da eleştirilmekten hoşlanmazken kaçınız başkasını eleştirmiyorsunuz?

23 Ağustos 2011 Salı

içi dolu kelimeler

hiç bitmesini istemediğiniz günler kapınızı çaldığında elinizden gelen herşeyi yaparsınız güzel ağırlamak için..içten yapılan sohbetin yalansız dolansız kurulan cümlelerin bakışlardan birbirini anlamanın kıymetini ölçmek ise imkansızdır..böyle günler kapınızı çaldığında ise tadını çıkara çıkara her anın saatin nasıl geçtiğini anlamazsınız..

böyle günlerden birinde yıllardır acı tatlı yaşanan tüm anlar masaya serilirken örtü niyetine,örtünün üstünde tuzlulardan tatlılara acılardan ekşilere kadar tüm ikramlar sizinle kelimelere dönüşür..o kelimeler döner dururda havalarda nedendir bilinmez acılar ağızda acı tat bırakmaz ekşiler ekşi tat bırakmaz..ne konuşulursa konuşursun hep tatlıdır damakta kalan.

diğer günlerden ve diğer insanlardan hep farklı yerlerdedir bazıları.onlarla içi dolu sohbetler edilir..hayatın hep bir tarafı keşfedilmiş ve keşif yolculukları birbir sıralanırken heyecanla vizyona girmeseni beklediğiniz bir filmi seyretmek gibidir dinlemek..içten gele gele katıla katıla kahkahalar atarken kaçırmamak için her anı oturduğunuz koltuğa yapışır kalırsınız..toz pembe fotoğraflar çekilip albümlere yerleştirilirken birinde bile üzgün bakışlar olmaz..her anın tadı başkadır.rahatlamış ve hafiflemiş olarak ayrıldığınızda tekrar bir araya gelinecek gün beklenir..

böyle günler için şık cümleler kurmakta ne zordur çünkü anlatamazsınız sizin için kıymetini..ve farkettim böyle zamanlarda yazdığım yazılarım az kelimelerle bezenmiş sade cümlelere dönüşmüş..ama bir bilseniz o kelimeler dökülürken beyaz sayfaya içleri dolu dolu taşa taşa noktalama işaretlerine kavuşur.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

sadece

insan olmak sadece insan olmak zor mudur o kadar.olmasa gerek yani olmamalıydı.daha dünyaya gelmeden o bebecik önünden arkasından vatana millete hayırlı bir evlat olsun denmezmiydi?dürüst olsun..vicdanlı olsun..çalışkan başarılı olsun..iyi bir insan olsun..tüm bunlar olsun diye çeşit çeşit kitaplar okunurdu ezberlenirdi altları çizilirdi herbir cümlenin.sonra dost meclislerinde konuşulan olaylardan ders çıkarılır asla yapılmayacaklar listelenirdi.ve elbette bizi yetiştiren ebeveynlerin yaptığı ama yanlış bulduğumuz hareketleri asla yapılmayacaktı..
hep ideallerimiz vardı ve gerçekleştirmek için bolca zamanımız..o kadar hızlı akıp geçti ki yıllar..el bebek gül bebek yetiştirdiklerimizi daha doyamadıklarımızı bazen düğünde halay çekerken mutluluktan (mış) havaya açılan kurşunlara kurban verdik bazen katillere bazen insafsızlara kurban verdik..
bazen yaşadığı hayat o kadar da ağır ve zalim geldi ki kendi canına kıymakta buldu kurtuluşu..bazen de dost kurbanı oldu inandı ve günden güne kendini eritip tüketirken hiçbirşey yapamadık..
ünlüsü popüler kültürün kurbanı oldu daha nice şarkılar söyleyecekken nice dizilerde oynayacakken birçok hayalinin kılıfını bulmuş ve o yolda ilerleyecekken göçüp gitti..sadece vatandaş olanı ise asker dönüşünde evlenecekken,gün sayarken,2 aylık bebeği burnunda tüterken şehit düştü,,o gün metroda olduğu için bombanın patlamasıyla hayatını kaybedeni,kapkaççılar yüzünden sürüklenip hayatını kaybedeni,işsizliğe evini geçindiremediği için cinnet geçirip intihar edeni,hız yapıp alkol alıp araba kullanıp bir cana ve kendi canına kıyanı..hepsi bizim evledımızdı el bebek gül bebek büyüttüğümüz daha kıyamadığımız..
sadece..
vatana millete hayırlı evlatlar olsun istemiştik..dürüst olsun..vicdanlı olsun..çalışkan başarılı olsun..vatan sağolsun dedik sonra.
bilseydik çokta yüklenmezdik çokta birşey beklemezdik..daha çok sarılırdık..kırılmazdık mesela.küsmezdik öyle.daha çok arar daha çok giderdik..hep böyle olmadı mı zaten..ne zaman birileri hayatımızdan kayıp gitse birlikte geçirmediğimiz zamanlara üzülmedik mi..
babanemi düşündüm bugün çokça..bana hatıra bıraktıklarına baktım durdum günboyu..eldivenim vardı birtane onun elinin değdiği benin için yaptığı..teki kayıp teki hala bende..ben bebekken kilometrelerce yol gelip yanıma gelmiş bakmış bana..hastalandığında yatağında yatarken en çok beni görmek isterdi..yemeğini yedirdiğim zamanları hatırlıyorum..konuştuğumuz zamanları bana seslenişini..özlediğimi hissettim bugün çokça onu ve artık yanımda olmayanları..

:))




Bazı insanları hayata baktıkları pencereden itip...... Aaaaaa düştü..... Diyesim var.....!!!

barış..


Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! - diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.

Yannis RITSOS

19 Ağustos 2011 Cuma

bir gün daha..

bir gün daha azalırken ömrümüzden kaçınız hayallerinizi kurduğunuz bir yaşamın ortasındasınız?kaçınız olsun istediklerinizi tam anlamıyla kucakladınız?kaçınız bugün mutlu bir gün diye huzurla uyandınız?kaçınıza hayat sadece hep mutlu yüzünü gösterdi?

10 kişi 100 kişi belki hiç..miktarların ne önemi var aslında.önümüzde bir yaşam uçsuz bucaksız tercihlerimizle şekillenen.kaç kere mutlu olduğumuz ya da ağladığımız değil mühim olan.."neden"dir sorgulamamız gereken..bazı nedenlerin cevabı elbet bulunmaz ama bazı nedenlerin cevabı kişinin kendindedir..

hep derim ki bakmakla görmek başka şeylerdir.hepimiz bakabiliriz.ama görmek öyle mi..baktığında gördüğündür asıl önemlisi hele ki görmeye çalıştıkların yok mu çok daha kıymetlidir..üstlerde aramamalı bazı şeyleri..görünen sadece buz dağının yarısı olabilir..diplerdedir herşey.

karakterimiz ne olursa olsun herkesin beklediği birşeyler vardır hayatta.bazen kişi hayatın sillesini yerde görür bazı şeyleri bazen o silleye gerek yoktur görmek adına kodlanmışsındır çoktan.hep buz dağının altını keşfe çıkarsın..o zaman "neden" ler geçek cevabını bulurda yaşam başka başka çağlar akar gider..

olduğunu zannettiklerimizle olanlar aslında birbirinden faklıdır.olan şey çok açıktır ve nettir.olmuştur bir kere ve dönüştürmek onu olmasını istediğimiz şeye ne de zordur.bu noktada olanı olduğu gibi kabullenmek ve belki birazda kendimizi yeni oluşan durumlara göre şekillendirmek gerekir.eğer hala çaba sarfederseniz olmasını istediğiniz şeylere dönüştürmeye bu sefer dönen bu çark size meydan okur.savrulur durur insanoğlu..

görmeye çalışmak gördüklerinizle barışık olmak ve çokta meydan okumamak lazım mutlu olmak için.kurcalamamak çokça sorgulamamak,istekler olmadığında kahrolmamak..başımıza her ne gelirse gelsin bunun bizim için bir kötülüğü def ettiğini,güzelliğe kapı araladığını düşünmek gerekir bir noktada..

kendimize ayna tutmak ve yansıyan görüntüden memnun olup olmadığımızı sorgulayıp derde deva bulmaya çalışmak gerekir..herşeye önce kendimizden başlamak gerekir olanlara meydan okumaya çalışmaktansa..

çokta ciddiye almamalı hayatı..ki mutsuz anlarımızdan bile bir hayır çıkarabilmeli..çok daha güzel anlarımıza doğru ışınlanmalı sonrasında..

17 Ağustos 2011 Çarşamba

17 AĞUSTOS!!






ben depremi yaşayanlardanım..hemde ikisinide..eğer hayatınızda hiç yaşamadıysanız,o an ne olduğunu anlayamazsınız.çığlıklar,koşuşturmalar,yaralananlar,ağlayanlar,telefon elinizde sevdiklerinize ulaşmaya çalışmalar..hep bir endişe hep bir kokru..

ben,evine iki dakika geç girmesiyle kurtulanları,yıkılan evinde ailesini kurtaramadığı için kahrolanları..tek amacı o şehirde üniversite okumak olan öğrencilerin dükkan sahibinin daha çok para için kolonu kırdırmasıyla sevdiklerine veda ettiklerini de gördüm..sevdikleri insanlarda alıştıkları şehirden başka şehirlere yeni hayatlar kurmak için gidenleri de..tüm tehlikeleri göze alıp sizin için endişelenen dostların sizi aramaya gelmelerini de gördüm..depremden sadece birkaç saat sonra başka şehirlerden market sahiplerinin erzak getirdiklerini gördüm..

sonraki tüm hayatınızda kapınızın yanında çantanızla geçirirsiniz günlerinizi..biri ayağını salladığında korkuya kapılırsınız..her deprem haberinde endişelenirsiniz..köpek seslerine kulak verirsiniz..gözünüz tavandaki lambada sallandık mı acaba dersiniz..hayır deseler bile hep bir endişe..

deprem,

kaçamazsınız..ancak dürüst çalışarak hayatlar kurtarabilirsiniz..

daha çok para kazanmak için malzemeden çalanlar,yaptıklarınızla başkalarının hayatlarını çalmayın!!

en basit bir iş için o evrak bu evrak diye ordan oraya bizi koşturanlar yapılması gereken işlere bu performansınızı gösterirseniz keşke!!..

amaç senede bir gün sadece acıları depreştirmek olmamalı..seslerimizin ulaşabildiği yere kadar daha güvenli yaşamlar sürmek için birilerinin artık birşeyler yapması olmalı..

15 Ağustos 2011 Pazartesi

dönüşler..


eve dönüşler insanda bir hafiflik hissi yaratır..tüm yorgunluklar yol boyunca atıla atıla gelinmiştir eve..bir huzur ki sorma gitsin.kapıdan girdiğinde kocaman bir sevgi karşılar seni..özlem karşılar,mutluluk karşılar,gözyaşları karşılar,gülen gözler karşılar ve mis gibi yemek kokuları karşılar..
tüm gün mutfakta zamanını geçiren anne döktürmüştür yine en lezzetli en sevdiğin yemekleri..şölen sofraları kurulmuştur senin için..ve her saat başı yolculuğunun nasıl geçtiğine dair telefonlara cevap verirsin yol boyu..memleketine ayak bastığında özlediğini farkedersin için için..kapı açıldığında seni karşılayacak o tabloyu bilirsinde her seferinde daha da çok heyecanlanırsın..baban o sonsuz şefkatiyle açarken sana kollarını yuvanda olmanın huzuru dolar içine..
odana ilk girişin kendini yatağına atışınla annenin mis gibi tertemiz çarşaflarında uykuya dalışların hiç bitmesin istersin.bavulunu hemen yerleştirmek ve gideceğin hissini biran önce def etmek istersin..
öğrencilik böyle birşeydir..gitmeden kendi özgürlüğün elinden alınacak diye korkarsın gidince de o mutlu yuvadan ayrılacak olma hissinden..
daha yaz bitmedi daha okulların açılmasına var..ama en güzeli bu mübarek ayda,evinde,ailecek yapılan iftarlar ve sahurlar olsa gerek.
dün arkadaşımlarımdan biri "ramazanda tatilde misin neden yazmıyorsun?" dedi.."demleniyorum" dedim..şuan şu vakitte mahalleden geçen davulcunun sesiyle on bir ayın sultanıyla ilgili bir yazı yazmadan olmaz dedim..
ramazanlar küçüklüğümde hep kışa denk gelirdi..öğrenciydik uyurduk haliyle sahura kadar mahmur gözlerle masaya sahur yapmak için otururkenki halimi düşündüm bir an.."bizim zamanımızda yazın sıcağında oruç tutardık."diye anlatan büyüklerimi anımsadım.ilerde böyle cümleleri kuracağımı düşündüm gülümsedim.sıcak sıcak eve gelen pideler,masa başında ailecek oturup ezanın okunmasını beklediğimiz vakitler,televizyonda hangi şehirde iftar olduğunu merakla takip etmelerimiz,eğer uzakta sevdiklerimiz varsa "iftarlarını yaptılar şimdi" diye onlarıda anarak açtığımız oruçlarımız..iftara davet ettiğimiz ahbaplarımız ve bizi davet edenler evlerine..
akşam olup evlerin yanan ışıklarına bakıp kimbilir o evlerde hangi hayatlar yaşanıyor diye ömrünüzde bir kere düşündüyseniz ramazanda herkes aynı saatte aynı hayatları yaşıyor..aynı saatte yemekler yeniyor ve sahur vaktinde ışığı yanan mutfakta evin hanımı aynı telaşı yaşıyor..
dönüşlere gelince..
bazen içini burkar bazen büyük lezzetler bırakır..ama dönüştür en nihayetinde..dönünce açılacak kapılarımız,açılan o kapılarda kucaklayacak sevdiklerimiz hep varolsun umarım..çünkü dönüşleri dönüş yapan bir yerlerde bekleyeninizin olmasıdır.
hayırlı ramazanlar..

7 Ağustos 2011 Pazar

tekrar görüşmek üzere..

bugün benim için dünyanın en anlamlı günü..bazı günlerin altı kalın kalın çizilmelidir bugün de öyle bir gün..bugün her zamankinden daha mutlu ve huzurlu hissediyorum kendimi..söylenecek çok söz var ama kelimeler kifayetsiz bugün..umarım hepiniz bugün ve geçirdiğiniz tüm diğer günler istediğiniz bir yaşam sürersiniz sevdiklerinizle..bana biraz müsade.

5 Ağustos 2011 Cuma

avuç içi kadar mutluluk yeter..


bütün ağırlıklarından kurtulmak için..kalp yorgunluklarından...akıldaki binbir türlü çetrefilli düşünceden..koşuşturup dururken oluşan beden yorgunluklarından..herşeyden aklınıza gelecek herşeyden kurtulmak için..
hala daha samimi duyguların varlığına olan inancınızı yitirmediyseniz..bir yerlerde sizi düşünenlerin olduğuna inancınız varsa..yalnız olmadığınızın farkındaysanız...
bu gece size sıcacık naif..içinde isyan olmayan oldukça samimi..ılık ılık içine işleyecek..huzura kavuşturacak mutluluğu hissedeceğiniz..çok güzel sözler çok güzel müzikle de birleşince bu şahane şarkıyı dinlemenizi tavsiye ediyorum..
önceden de yazmıştım..uzun bir aradan sonra başka şarkılarıyla..
"eşref vakti"
günebakan
Güneş battı yine
Kalan yanlızlığım
Hasret çeker gönlüm
Bitmez bu sensizlik

Günebakan benim adım
Boynum bükük
İnadına bu kalp senin
Kırık dökük

Ölürüm senin elinden
Bu can sana helalinden
Elbet anlar şu halimden
Gönül dayan

Dayan gönül dayan
Ne çok hiddetin
Duyar sesin duyar
Biter hasretin

elif şafak'ın son kitabı..



Aşkı Aramadan Evvel, Düşün Bir, Ya Benden Nasıl Bir Âşık Olur? İnsanın Sevdası Karakterinin Yansımasıdır. Sen Kavgacı İsen, Ha Bire Öfkeli, Aşkı Da Bir Cenk Gibi Yaşarsın. Gönlü Pak Olanın Sevgisi De Saf Olur. Şu Hayatta İnsan En Çok Sevdiklerini Acıtır. En Derin Yaralar Ailede Açılır, Kabuk Tutsa Bile Kanar Hikâye, İçten İçe... Attığımız Her Adım, Yaptığımız Her İşte Kendimizi Yansıtırız. Budur Çözülmesi Gereken Bilmece...

4 Ağustos 2011 Perşembe

sahte cömertlikler




cömertlikte millet olarak üstümüze yok..

düşüncelilikte çok cömertiz " ayy kıyamam hasta mı oldun sen otur lütfen yorma kendini şekerim." (gezersen o kadar hastada olursun sonunda işte.)

ekmeğimizi paylaşırken çok cömertiz "ye Allah aşkına senin için yaptım ne olur ye ölümü gör bak ye." tövbe tövbe!!.. (evde bu vardı bunu yaptım da gerisi hikaye)

kafe de adisyonu öderken çok cömertiz "aa ayıp,ediyorsun abi ben öderim çek elini cebinden rica ederim." (bir an önce çıkartsada şu cüzdanı ben ödemesem bari masrafa girdik bak görüyor musun)

fikir verirken çok cömertiz "yanlış yapıyorsun o öyle olur mu hiç.." (ben bilirim ben bilirim herşeyi ben bilirim)

duyguları paylaşırken çok cömertiz pek tabi janjanlı olanları "bir gezdim bir gezdim,bir alışveriş yaptım gezerken harcadım gitti paraları ohh sefam olsun." (ne kadar mutsuz mutlu olduğumu anlamışmıdır ki?işe yaradı mı ki?)

bilgi de çok cömertiz hep en iyisini biz biliyoruz karşımızdakine Allah akıl vermemiş ya o bilemez biz biliriz ve öğretirken çok cömertiz..herşeyi öğretmen edasıyla öğreticez diye,pek bir yoruluyoruz canım..bize de yazık..

o kadar çoklar ki..asıl konu anlıyor insan ya gerek yok yani abartılara.neysen o'sun kardeşim neysem o'yum..birileri beğensin birilerine yaranayım herkes beni sevsin gerek yok..başkalarına kocaman reklam panoları açmaya gerek yok ki sen kendine yet yeterki..
kalabalıklara gerek yok..hiçbirşeyin kalabalığına gerek yok..eşyanın paranın lafın nefretin kırgınlığın acını sevincin şımarıklığın kavganın düşünceliliğin ya da düşüncesizliğin insanların yalnızlığın..sayıca çok olması birşeyleri kanıtlamanın delili değildir..çoktur kalabalıklar içinde yalnızları oynayan,ne de çoktur az insanların etrafında mutluluğu kucaklayan.

iyi niyet..

ama gerçekten iyi niyetten bahsediyorum..içten gelen o duygudan bahsediyorum..karşındaki ne yaparsa yapsın,kalbini karartmamandan bahsediyorum..o nerde?o hiçbir yerde işte..kendi menfatimize olunca herkes pek bir cici pek bir hoş ama menfaatlerimizle çelişince herşey kaka kötü..

hepsi gösteriş hepsi yalan dolan..senin menfaatineyse yağla balla değilse hadi sana güle güle..insanlık nerde?ki herkes çokçada ararken vicdanı insanlığı iyiliği..bu kadar mı kayboldu kaçtı saklandı..ee o da haklı tabi o kadar iyi niyetler süistimal edilip hırpalandı ki o da saklandı..

doğan cüceloğlu'ndan

Rosenhan’ın da başkanlığında yedi kişilik bir psikolog grubu ABD’ni beş farklı eyaletinde kendilerini akıl hastanesine hasta olarak kabul ettirmenin bir yolunu bulmuşlar. Hastaneye kabul edilmek için “kulağıma sesler geliyor; sesler duyuyorum,” gibi ifadeler kullanmışlar. Araştırmanın amacı şu: gerçekte akıl hastası olmayan insanlar, akıl hastalarının arasında konduğunda, acaba akıl hastası olmadıkları uzmanlarca fark edilecek mi?
Hastaneye kabul edildikten sonra, araştırmacılar bu sesleri artık duymadıklarını, kendilerini iyi hissettiklerini ve çıkmak istediklerini ifade etmeye başlamışlar. Ne tahmin edersiniz? Bunların hasta olmadıkları hemen fark edilip, hastaneden taburcu edileceklerini mi? Öyle olmamış; gerçekte hasta olmayan bu insanların hastaneden çıkmaları o kadar kolay olmamış. Bazıları yedi gün müşahede altında tutulduktan sonra serbest bırakıldıkları halde, bazıları elli iki gün içerde tutulmuşlar. “Hastalara,” hastanede kaldıkları süre içinde çok güçlü ilaçlar verilmiş, ne var ki onlar kimse görmeden bu ilaçları tuvalete atıp sifonu çekmenin bir yolunu bulmuşlar. Hastaları muayene eden uzmanlar, bakan hemşireler ve bakıcılar bu kişilerin hepsini akıl hastası olarak görmüş ve iyi olduklarını keşfedememiş. Dördü şizofreni tanısıyla, biri bipolar bozukluk teşhisiyle hastaneye kabul edilmişler ve içerde bırakılmışlar.

Şimdi araştırmanın başka ilginç bir yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum; doktorlar, hemşireler ve bakıcılar bu kişileri akıl hastası olarak gördükleri halde, hastanedeki gerçek akıl hastaları araştırmacılara, “haydi oradan, siz hasta değilsiniz, siz gazetecisiniz, hasta numarası yapıyorsunuz,” demişler.
Bu araştırma basılmadan bir konferansta duyan bir akıl hastanesi uzman kadrosu, böyle bir şeyin olamayacağını söylemiş; hepsinin uydurmaca olduğunu iddia etmiş.
Rosenhan, “peki, sizin hastanenize yalancı-hastalar göndereceğim, onları bulun öyleyse,” diyerek onlara meydan okumuş. Hastane yalancı-hastaları bulmak üzere uyanık bir döneme girmiş (teyakkuza geçmiş) ve gelen hastaları dikkatle gözlemeye başlamışlar. Rosenhan gerçekte hiçbir yalancı-hasta göndermediği halde, hastanedeki bir psikiyatrist ve yardımcı sağlık görevlisi birkaç ay, gelen hastaların yüzde onuna yakın bir kısmını yalancı-hasta olarak teşhis etmiştir.
Peki, bu neyi gösteriyor?
Akıl hastalıklarının teşhisiyle ilgili belirsizlikler kolayca ortadan kaldırılamamaktadır ve bu nedenle gerçek hastayla yalancı-hasta arasında ayırımı uzmanlar dahi kolayca yapamamaktadır. O nedenle bu alanda belirli kişilerle ilgili beklentiler oluşturulursa, yani bir kişi hakkında, “bu adam akıl hastası” gibi yaftalar yapıştırılırsa, onun normal davranışları dahi anormal görülebilmektedir.
Hastanede gerçek hastayla hasta olmayanı ayırt etmek bu kadar zor ise, normal günlük toplum yaşamında ayırt etmek daha da zor olacaktır.
Bu çalışma, bir kişinin gıyabında dedikodu yapmanın, onu karalamanın neden kötü olduğuyla ilgili bilimsel bir çalışma olarak algılanabilir.

(Psikolog David L. Rosenhan ve ekibi psikiyatristlerin akıl hastasını teşhis etme yetisi üzerine bir araştırma yapmış ve bu araştırma 1973’te yayınlanmış.)

2 Ağustos 2011 Salı

dedikodu


"ben ol da anla." demişler halbuki."o olmadan bir insanı nasıl anlar,nasıl yargılarız?"
oscar wide kinayeli uslubuyla "birilerinin arkasınndan konuşmasından daha beter bir şey o da kimsenin senin hakkında konuşmamasıdır." demişti ve ardından eklemişti "söylenenlerin bir önemi yoktur.söyleyenin önemi vardır."
einstein'ın başarı formülü ise "başarı A olsun der.o zaman A eşittr X artı Y artı Z.bu denklemde X çalışmaya tekabül eder.yani X eşittir emek.Y ise oyundur.hayatı sevmek,sevilmek,kıymet bilmek.ve "Z" der eistein,insanın dilini tutmasına denk gelir.dolayısıyla başarının formülü:bol bol çalış,bol bol sev,bol bol oyna aman dilini tut,kem söz etme kimse hakkında.