31 Ağustos 2011 Çarşamba

Hz. Mevlana

‎"Anladım ki; İnsanlar;
Susanı korkak, görmezden geleni aptal,
Affetmeyi bileni çantada keklik sanıyorlar.
Oysa ki; Biz istediğimiz kadar hayatımızdalar.
Göz yumduğumuz kadar dürüstler,
ve sustuğumuz kadar insanlar..!"

30 Ağustos 2011 Salı

7'den 77'ye



insanın öğrenmesi gereken ilk dil tatlı dildir..
barış manço

başkalarını kıskanma,onlarla uğraşma!!



kıskançlık cehaletten beslenir..


köpük köpük :))


yok mudur sizinde hani şöyle yapmak için can attığınız yaptığınızda kendinizi dünyanın en mutlu insanı saydığınız..kaç yaşında olursanız olun çocuklaştıkça çocuklaştığınız..o kadar ki ufak bir çift göz size bakarken uzaktan şaşkındır da siz utanırsınız çocuğun gözünün önünde de olmadı bak şimdi bu diye..ama yaparda yaparsınız hani..
yani kendinizi engelleyemediğiniz engellemekte istemediğiniz bir o kadarda size huzur ve mutluluk veren alışkanlıklarınız saçmalıklarınız hadi biz ona delilikleriniz diyelim..yok mu sizin de?
güzel bir masa hazırlanmış.içecek olarak kola tercih edilmiş ve şişe ilk açıldığı anda ilk bardağa dolan o köpüğü içmek için "köpük köpük" diye can atanları biliyorum..ki artık bunu bilen tanıdıklar her seferinde o köpükle bakışan kişiyi tanırlar.
o masadaki çok lezzetli birbirinden güzel yemekler tabaklara konarken bakmaz mısınız en fazlası bana gelsin diye de sonrasında duaya başlamaz mısınız?ya gelmezse bide hüzünlenip bide gelirse sanki altılı tutturmuş gibi şakımaz mısınız?
sıra geldi mi yemeği yemeğe.ama o da nesi yemeğin en sevdiğim yeri..en sona kalmalı orası işte,tadını çıkara çıkara yemeliyim diyenlerden olabilir misiniz?
mesela gece yatağa çorapla girip çorabın tekini bir ayağınızla diğerini de diğeriyle çıkarıp buz gibi çarşafa değdiğindeki keyif başkadır mı dediniz?
kana kana su içmek isterken şu işimde bitsin bu işimde bitsin diye diye en keyiflisini en sona bırakmak isterim mi dediniz? bir nevi kendine işkence etmekte olsa bu büyük bir zevktir benim için mi diyorsunuz yoksa?
başka işle uğraşsa da mutlaka evdeki televizyonu açıp,seyretmese de kendine arkadaş edenler..seyretmese de sesini kısıp gecenin karanlığında açık bırakanlar..
uyku artık çöktüğünde bilerek televizyon açık kalsa da bir nevi ninni görevini görse diye bazen erkenden birileri daha uyanıkken koltukta uyumak isteyenler..
odayı paylaştığın kardeşinden ve ya arkadaşından,eşinden önce yatağa giripte ışığı kapatmamak için binbir takla atanlar..
hangi delilik sizin yoksa başka mı sizin delilikleriniz:))

29 Ağustos 2011 Pazartesi

bayramınız kutlu olsun!!...




iyi bayramlar :))

illa ki o fotoğraf..

küçüktüm..
evin beyleri bayram namazına giderlerdi.evin hanımları da mutfağa doluşur sıcak sıcak börekler çörekler en taze en lezzetli kahvaltılıkları çıkarırda mükemmel kahvaltı masaları hazırlarlardı.biz küçükler bayramlıklarımızı giymenin şımarıklığıyla ortalıkta dolaşırdık..
uzaktan gelecek aile bireylerinin beklenmesiyle geçen arife gününün keyfi her zaman bir başkaydı.kapıyı onlara büyük bir sevinçle açmanın tarifini anlatmam ise imkansız..kucaklaşmalar,sıcak çayla zenginleşen sohbetler,çantaların içinden çıkan rengarenk hediye paketleri..o gece huzurla mutlulukla uyumak hatta uyumamak için direnmek ne büyük bir hazdı.
bayram deyince benim aklıma ilk önce evin beylerinin namazdan gelmesiyle antrede aile bireylerinin toplanıp bayramlaşması gelir.illa ki o fotoğraf gelir çünkü benim için bayram orda ki birbirine olan saygı sevgi tutkunluk bayramı bayram gibi yaşayan bir aile fotoğrafıdır.
kocaman bir aile olmanın..herkesin o masa etrafında toplanıp kahvaltı yapması..komşuları dolaşıp kapı kapı şeker toplamalarımız ve sonunda o poşetlerdeki şekerleri sayıp en çok ben topladım demektir benim için bayram..
benim için bayram tüm aile birlikte olmak..el öpmek..akrabaları dolaşmak..bayramlaşmaktır..bayram için yapılan mis gibi bayram temizlikleri ve sarılan sarmalar,pişirilen börekler,yapılan baklavalardır..
misafir gelince şeker ve kolonya tutmak..kapıdaki ayakkabıları düzeltmek..giden her misafirin arkasından yayılmadan oturduğun yere evi toparlayıp diğer misafir için beklemektir..her kapı çaldığında koşar adım gidip kapıyı açmak ve gülümsemeyle buyur etmektir içeri..uzun zamandır görüşmediğin aile fertleriyle akrabayla dostlarla hasret gidermektir..akşam olduğunda artık geç oldu bu saatten sonra gelen olmaz heralde deyip boş boş durmak ve diğer gün için heyecanlanmaktır..
bayram bittiğinde dönüşler başladığında içi sızlatan ve gözlerden dökülen gözyaşıdır..otobüsün camına yapışmış ağlamaktan kızarmış bir burun ve gecenin ışıklarını takip ede ede eve dönüştür..
benim için bayramlar..
illaki o fotoğraftır..
herkesin bayramı kutlu olsun!!

illa ki o fotoğraf..

küçüktüm..
evin beyleri bayram namazına giderlerdi.evin hanımları da mutfağa doluşur sıcak sıcak börekler çörekler en taze en lezzetli kahvaltılıkları çıkarırda mükemmel kahvaltı masaları hazırlarlardı.biz küçükler bayramlıklarımızı giymenin şımarıklığıyla ortalıkta dolaşırdık..
uzaktan gelecek aile bireylerinin beklenmesiyle geçen arife gününün keyfi her zaman bir başkaydı.kapıyı onlara büyük bir sevinçle açmanın tarifini anlatmam ise imkansız..kucaklaşmalar,sıcak çayla zenginleşen sohbetler,çantaların içinden çıkan rengarenk hediye paketleri..o gece huzurla mutlulukla uyumak hatta uyumamak için direnmek ne büyük bir hazdı.
bayram deyince benim aklıma ilk önce evin beylerinin namazdan gelmesiyle antrede aile bireylerinin toplanıp bayramlaşması gelir.illa ki o fotoğraf gelir çünkü benim için bayram orda ki birbirine olan saygı sevgi tutkunluk bayramı bayram gibi yaşayan bir aile fotoğrafıdır.
kocaman bir aile olmanın..herkesin o masa etrafında toplanıp kahvaltı yapması..komşuları dolaşıp kapı kapı şeker toplamalarımız ve sonunda o poşetlerdeki şekerleri sayıp en çok ben topladım demektir benim için bayram..
benim için bayram tüm aile birlikte olmak..el öpmek..akrabaları dolaşmak..bayramlaşmaktır..bayram için yapılan mis gibi bayram temizlikleri ve sarılan sarmalar,pişirilen börekler,yapılan baklavalardır..
misafir gelince şeker ve kolonya tutmak..kapıdaki ayakkabıları düzeltmek..giden her misafirin arkasından yayılmadan oturduğun yere evi toparlayıp diğer misafir için beklemektir..her kapı çaldığında koşar adım gidip kapıyı açmak ve gülümsemeyle buyur etmektir içeri..uzun zamandır görüşmediğin aile fertleriyle akrabayla dostlarla hasret gidermektir..akşam olduğunda artık geç oldu bu saatten sonra gelen olmaz heralde deyip boş boş durmak ve diğer gün için heyecanlanmaktır..
bayram bittiğinde dönüşler başladığında içi sızlatan ve gözlerden dökülen gözyaşıdır..otobüsün camına yapışmış ağlamaktan kızarmış bir burun ve gecenin ışıklarını takip ede ede eve dönüştür..
benim için bayramlar..
illaki o fotoğraftır..
herkesin bayramı kutlu olsun!!

28 Ağustos 2011 Pazar

kahkahalarımız

yıllar önce canım diyebileceğim arkadaşlarımdan biri öyle de kötü günler geçiriyordu ki hiçbirimiz hiçbirşey yapamıyorduk..gözümüzün önünde eriyip gidiyordu ama çaresi yoktu.sanki hepsi bir olup dertler gönlüne oturup kalmıştı da bir daha ordan gitmeyecek gibiydiler.

şimdi herşey ne kadar da karışık..ne kadar da bilinmez..bir girdap..sanki hiç çıkılmaz ordan..kabusa dönüşür hayat.hayat hiç olmadığı kadar acımasız..omuzlarında bir yorgunluk..canın burnunda uykusuz geçen kaç gün..uyusan bu uyku değil..

gittiler..yani o dertlerde diğerleri gibi kanıksandılar zamanla..

şimdi bambaşka bir hayatın kapılarını inatla açarken onun yüzündeki o gülümsemeye hayranım.hiç birşey olmamış gibi attığı kahkahalarına hayranım..her seferinde telefonun diğer ucundaki sevimli sıcak sesine hayranım..

sanki hiçbirşey olmamış gibi devam ederken hayatına,tüm gücünü kahkahalarından aldığını biliyorum...

gece yatağına usulca uzandığında üstüne çöken o ağırlıkla mücadele etmek için kaç gece uyumadan sabah ettiğini biliyorum...

acımızı unutmak için..daha güçlü görünmek için..insanların başımıza üşüşmesini engellemek için..hayata bir şekilde devam etmek için yapmıyor muyuz zaman zaman böyle şeyler?

kaç yerimizden kaç kere vurulduk..vurulduğumuz yerlerimizi kaç kere yapıştırdık..bazen yine vurdular,yapışan yerden sızdı aktı gitti tüm acılar..bazen paramparça ettiler de biri geldi de onarmaya çalıştı bazen kimse yoktu birleştiricez diye tüm parçaları bazılarını kaybetmedik mi..

kaybedince o parçaları..o parçaların yokluğu bazen bizi vurdum duymaz bazen bencil bazen sinirli bazen yalnız yapmadı mı..

sorumlu kimdi?

belki hiçkimse belki herkes..

ama her seferinde içimizdeki iyi insana sarılmadık mı?elimizde o vardı son koz onu oynadık..

iyi ki de oynadık..ne kadar çok yağmurlar yağdı camın üzerine..fırtınalar çıktı da bozbulanık yaptı camı..soğuktan buzlaştıda cam sıcağı görünce çatladı..en nihayetinde bir bez alıp silmekti asıl olan camı.o zaman önümüzdeydi hasretle görmek için beklediğimiz yer..

ve gördük sonunda da içimizdeymiş tüm güç onu bildik..

o zaman attık işte tüm kahkahalarımızı inadına yaşamak diye tüm gücümüzle..bu sefer kahkahalarımız zaferimiz oldu..kahkahalarımız biz olduk..

24 Ağustos 2011 Çarşamba

herşeye herkese eleştiri;peki neden?

özene bezene zamanınızdan çokça bir vakit ayırarak birde üstüne yorularak emek vererek yaptığınız hangi iş varsa birini seçin ve düşünün..memnuniyetini dile getiren bir ses beklersiniz ve ya memnun kalmış bir yüz ifadesi..

biri bizi eleştirdiğinde şöyle düşünürüz:
1.kendini beğenmiş,burnu havada,beni çekemedi..
2.neden mükemmeliyetçilik arıyor,niye takdir etmiyor?
3.bununla birlikte bir daha karşılaşmak ve konuşmak istemiyorum;bunun egosu şişkin beni kıskanıyor.

hadi bunu geçelim karşımızdakilere biraz sitem edelim..

nedendir bilinmez bizde iyi yapılan şeylere bile hep bir kulp takılır..didiklenirde didiklenir herşey..sonunda da mutlaka bulunur birşeyler..bulamayınca ağızdan çıkan tek cümle yeter "hımm güzel ama benim tarzım değil."

ee beğendin be kuzum ne gerek var kıvırmaya?

birilerini takdir etme yetimiz sanırım çok gelişmemiş..anne babalar çocuklarından hep daha iyisini beklerken öğretmenler hep bildik sularda yüzdürdüler okyanuslara salmadılar..eş dost eksik aramaya kodlanmış gibi hal ve tavır içindeydiler..kimileri için küçücük bir adım bile büyük bir olayken,kimileri için ise sıradandı ve anlamadılar..karşılaştırmalar ise hiç bitmedi..yani takdir etmek çok zor oldu tabi takdir edildiğini duymakta imkansız..

takdir etmek bir o kadar imkansızken eleştirmek ise bir o kadar kolay..tabi biz olumsuz eleştiri uzmanıyız.nerden bulurda kötü birşey buluruz diye gözlerimiz hep dört açık..mükemmeliyetçilik mi bu bence değil.bu olsa olsa kendini mükemmel sanıp sağa sola eksiksin tavrı takınmaktan gelen üstün olma tutkusu..bir nevi ukalalık hele ki tarzınızlada birleşince tam bir ukalalık olabilir..ve ya kendi aşağılık kompleksinizi bir başkasını yaralayarak örtme teşebbüsü..

eleştiriyi doğru ve zamanında yaparsanız can simidir.ama olur olmadık yerlerde hele ki karşınızdakini acıtan eleştiriler yapıp üzerine de onun iyiliğini düşünüyorum cümleleri kurarsanız inanın ki samimiyet değil bu.

biz herşeyi yarım yamalak öğrenen ve uygulayan bir toplum olduğumuz için herşeyi çok iyi biliyoruz..yanlış biliyoruz yanlış yapıyoruz ama kabullenmeyide bilmiyoruz.herkes herşeyin en iyisini yapmak zorunda değil.bunu sanırım birilerine söylemek gerekir ama o birileri bunu ne kadar duyar o da ayrı bir muamma..

karşınızdakileri eleştirirken kaçınız mükemmelsiniz ya da eleştirilmekten hoşlanmazken kaçınız başkasını eleştirmiyorsunuz?

23 Ağustos 2011 Salı

içi dolu kelimeler

hiç bitmesini istemediğiniz günler kapınızı çaldığında elinizden gelen herşeyi yaparsınız güzel ağırlamak için..içten yapılan sohbetin yalansız dolansız kurulan cümlelerin bakışlardan birbirini anlamanın kıymetini ölçmek ise imkansızdır..böyle günler kapınızı çaldığında ise tadını çıkara çıkara her anın saatin nasıl geçtiğini anlamazsınız..

böyle günlerden birinde yıllardır acı tatlı yaşanan tüm anlar masaya serilirken örtü niyetine,örtünün üstünde tuzlulardan tatlılara acılardan ekşilere kadar tüm ikramlar sizinle kelimelere dönüşür..o kelimeler döner dururda havalarda nedendir bilinmez acılar ağızda acı tat bırakmaz ekşiler ekşi tat bırakmaz..ne konuşulursa konuşursun hep tatlıdır damakta kalan.

diğer günlerden ve diğer insanlardan hep farklı yerlerdedir bazıları.onlarla içi dolu sohbetler edilir..hayatın hep bir tarafı keşfedilmiş ve keşif yolculukları birbir sıralanırken heyecanla vizyona girmeseni beklediğiniz bir filmi seyretmek gibidir dinlemek..içten gele gele katıla katıla kahkahalar atarken kaçırmamak için her anı oturduğunuz koltuğa yapışır kalırsınız..toz pembe fotoğraflar çekilip albümlere yerleştirilirken birinde bile üzgün bakışlar olmaz..her anın tadı başkadır.rahatlamış ve hafiflemiş olarak ayrıldığınızda tekrar bir araya gelinecek gün beklenir..

böyle günler için şık cümleler kurmakta ne zordur çünkü anlatamazsınız sizin için kıymetini..ve farkettim böyle zamanlarda yazdığım yazılarım az kelimelerle bezenmiş sade cümlelere dönüşmüş..ama bir bilseniz o kelimeler dökülürken beyaz sayfaya içleri dolu dolu taşa taşa noktalama işaretlerine kavuşur.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

sadece

insan olmak sadece insan olmak zor mudur o kadar.olmasa gerek yani olmamalıydı.daha dünyaya gelmeden o bebecik önünden arkasından vatana millete hayırlı bir evlat olsun denmezmiydi?dürüst olsun..vicdanlı olsun..çalışkan başarılı olsun..iyi bir insan olsun..tüm bunlar olsun diye çeşit çeşit kitaplar okunurdu ezberlenirdi altları çizilirdi herbir cümlenin.sonra dost meclislerinde konuşulan olaylardan ders çıkarılır asla yapılmayacaklar listelenirdi.ve elbette bizi yetiştiren ebeveynlerin yaptığı ama yanlış bulduğumuz hareketleri asla yapılmayacaktı..
hep ideallerimiz vardı ve gerçekleştirmek için bolca zamanımız..o kadar hızlı akıp geçti ki yıllar..el bebek gül bebek yetiştirdiklerimizi daha doyamadıklarımızı bazen düğünde halay çekerken mutluluktan (mış) havaya açılan kurşunlara kurban verdik bazen katillere bazen insafsızlara kurban verdik..
bazen yaşadığı hayat o kadar da ağır ve zalim geldi ki kendi canına kıymakta buldu kurtuluşu..bazen de dost kurbanı oldu inandı ve günden güne kendini eritip tüketirken hiçbirşey yapamadık..
ünlüsü popüler kültürün kurbanı oldu daha nice şarkılar söyleyecekken nice dizilerde oynayacakken birçok hayalinin kılıfını bulmuş ve o yolda ilerleyecekken göçüp gitti..sadece vatandaş olanı ise asker dönüşünde evlenecekken,gün sayarken,2 aylık bebeği burnunda tüterken şehit düştü,,o gün metroda olduğu için bombanın patlamasıyla hayatını kaybedeni,kapkaççılar yüzünden sürüklenip hayatını kaybedeni,işsizliğe evini geçindiremediği için cinnet geçirip intihar edeni,hız yapıp alkol alıp araba kullanıp bir cana ve kendi canına kıyanı..hepsi bizim evledımızdı el bebek gül bebek büyüttüğümüz daha kıyamadığımız..
sadece..
vatana millete hayırlı evlatlar olsun istemiştik..dürüst olsun..vicdanlı olsun..çalışkan başarılı olsun..vatan sağolsun dedik sonra.
bilseydik çokta yüklenmezdik çokta birşey beklemezdik..daha çok sarılırdık..kırılmazdık mesela.küsmezdik öyle.daha çok arar daha çok giderdik..hep böyle olmadı mı zaten..ne zaman birileri hayatımızdan kayıp gitse birlikte geçirmediğimiz zamanlara üzülmedik mi..
babanemi düşündüm bugün çokça..bana hatıra bıraktıklarına baktım durdum günboyu..eldivenim vardı birtane onun elinin değdiği benin için yaptığı..teki kayıp teki hala bende..ben bebekken kilometrelerce yol gelip yanıma gelmiş bakmış bana..hastalandığında yatağında yatarken en çok beni görmek isterdi..yemeğini yedirdiğim zamanları hatırlıyorum..konuştuğumuz zamanları bana seslenişini..özlediğimi hissettim bugün çokça onu ve artık yanımda olmayanları..

:))




Bazı insanları hayata baktıkları pencereden itip...... Aaaaaa düştü..... Diyesim var.....!!!

barış..


Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! - diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.

Yannis RITSOS

19 Ağustos 2011 Cuma

bir gün daha..

bir gün daha azalırken ömrümüzden kaçınız hayallerinizi kurduğunuz bir yaşamın ortasındasınız?kaçınız olsun istediklerinizi tam anlamıyla kucakladınız?kaçınız bugün mutlu bir gün diye huzurla uyandınız?kaçınıza hayat sadece hep mutlu yüzünü gösterdi?

10 kişi 100 kişi belki hiç..miktarların ne önemi var aslında.önümüzde bir yaşam uçsuz bucaksız tercihlerimizle şekillenen.kaç kere mutlu olduğumuz ya da ağladığımız değil mühim olan.."neden"dir sorgulamamız gereken..bazı nedenlerin cevabı elbet bulunmaz ama bazı nedenlerin cevabı kişinin kendindedir..

hep derim ki bakmakla görmek başka şeylerdir.hepimiz bakabiliriz.ama görmek öyle mi..baktığında gördüğündür asıl önemlisi hele ki görmeye çalıştıkların yok mu çok daha kıymetlidir..üstlerde aramamalı bazı şeyleri..görünen sadece buz dağının yarısı olabilir..diplerdedir herşey.

karakterimiz ne olursa olsun herkesin beklediği birşeyler vardır hayatta.bazen kişi hayatın sillesini yerde görür bazı şeyleri bazen o silleye gerek yoktur görmek adına kodlanmışsındır çoktan.hep buz dağının altını keşfe çıkarsın..o zaman "neden" ler geçek cevabını bulurda yaşam başka başka çağlar akar gider..

olduğunu zannettiklerimizle olanlar aslında birbirinden faklıdır.olan şey çok açıktır ve nettir.olmuştur bir kere ve dönüştürmek onu olmasını istediğimiz şeye ne de zordur.bu noktada olanı olduğu gibi kabullenmek ve belki birazda kendimizi yeni oluşan durumlara göre şekillendirmek gerekir.eğer hala çaba sarfederseniz olmasını istediğiniz şeylere dönüştürmeye bu sefer dönen bu çark size meydan okur.savrulur durur insanoğlu..

görmeye çalışmak gördüklerinizle barışık olmak ve çokta meydan okumamak lazım mutlu olmak için.kurcalamamak çokça sorgulamamak,istekler olmadığında kahrolmamak..başımıza her ne gelirse gelsin bunun bizim için bir kötülüğü def ettiğini,güzelliğe kapı araladığını düşünmek gerekir bir noktada..

kendimize ayna tutmak ve yansıyan görüntüden memnun olup olmadığımızı sorgulayıp derde deva bulmaya çalışmak gerekir..herşeye önce kendimizden başlamak gerekir olanlara meydan okumaya çalışmaktansa..

çokta ciddiye almamalı hayatı..ki mutsuz anlarımızdan bile bir hayır çıkarabilmeli..çok daha güzel anlarımıza doğru ışınlanmalı sonrasında..

17 Ağustos 2011 Çarşamba

17 AĞUSTOS!!






ben depremi yaşayanlardanım..hemde ikisinide..eğer hayatınızda hiç yaşamadıysanız,o an ne olduğunu anlayamazsınız.çığlıklar,koşuşturmalar,yaralananlar,ağlayanlar,telefon elinizde sevdiklerinize ulaşmaya çalışmalar..hep bir endişe hep bir kokru..

ben,evine iki dakika geç girmesiyle kurtulanları,yıkılan evinde ailesini kurtaramadığı için kahrolanları..tek amacı o şehirde üniversite okumak olan öğrencilerin dükkan sahibinin daha çok para için kolonu kırdırmasıyla sevdiklerine veda ettiklerini de gördüm..sevdikleri insanlarda alıştıkları şehirden başka şehirlere yeni hayatlar kurmak için gidenleri de..tüm tehlikeleri göze alıp sizin için endişelenen dostların sizi aramaya gelmelerini de gördüm..depremden sadece birkaç saat sonra başka şehirlerden market sahiplerinin erzak getirdiklerini gördüm..

sonraki tüm hayatınızda kapınızın yanında çantanızla geçirirsiniz günlerinizi..biri ayağını salladığında korkuya kapılırsınız..her deprem haberinde endişelenirsiniz..köpek seslerine kulak verirsiniz..gözünüz tavandaki lambada sallandık mı acaba dersiniz..hayır deseler bile hep bir endişe..

deprem,

kaçamazsınız..ancak dürüst çalışarak hayatlar kurtarabilirsiniz..

daha çok para kazanmak için malzemeden çalanlar,yaptıklarınızla başkalarının hayatlarını çalmayın!!

en basit bir iş için o evrak bu evrak diye ordan oraya bizi koşturanlar yapılması gereken işlere bu performansınızı gösterirseniz keşke!!..

amaç senede bir gün sadece acıları depreştirmek olmamalı..seslerimizin ulaşabildiği yere kadar daha güvenli yaşamlar sürmek için birilerinin artık birşeyler yapması olmalı..

15 Ağustos 2011 Pazartesi

dönüşler..


eve dönüşler insanda bir hafiflik hissi yaratır..tüm yorgunluklar yol boyunca atıla atıla gelinmiştir eve..bir huzur ki sorma gitsin.kapıdan girdiğinde kocaman bir sevgi karşılar seni..özlem karşılar,mutluluk karşılar,gözyaşları karşılar,gülen gözler karşılar ve mis gibi yemek kokuları karşılar..
tüm gün mutfakta zamanını geçiren anne döktürmüştür yine en lezzetli en sevdiğin yemekleri..şölen sofraları kurulmuştur senin için..ve her saat başı yolculuğunun nasıl geçtiğine dair telefonlara cevap verirsin yol boyu..memleketine ayak bastığında özlediğini farkedersin için için..kapı açıldığında seni karşılayacak o tabloyu bilirsinde her seferinde daha da çok heyecanlanırsın..baban o sonsuz şefkatiyle açarken sana kollarını yuvanda olmanın huzuru dolar içine..
odana ilk girişin kendini yatağına atışınla annenin mis gibi tertemiz çarşaflarında uykuya dalışların hiç bitmesin istersin.bavulunu hemen yerleştirmek ve gideceğin hissini biran önce def etmek istersin..
öğrencilik böyle birşeydir..gitmeden kendi özgürlüğün elinden alınacak diye korkarsın gidince de o mutlu yuvadan ayrılacak olma hissinden..
daha yaz bitmedi daha okulların açılmasına var..ama en güzeli bu mübarek ayda,evinde,ailecek yapılan iftarlar ve sahurlar olsa gerek.
dün arkadaşımlarımdan biri "ramazanda tatilde misin neden yazmıyorsun?" dedi.."demleniyorum" dedim..şuan şu vakitte mahalleden geçen davulcunun sesiyle on bir ayın sultanıyla ilgili bir yazı yazmadan olmaz dedim..
ramazanlar küçüklüğümde hep kışa denk gelirdi..öğrenciydik uyurduk haliyle sahura kadar mahmur gözlerle masaya sahur yapmak için otururkenki halimi düşündüm bir an.."bizim zamanımızda yazın sıcağında oruç tutardık."diye anlatan büyüklerimi anımsadım.ilerde böyle cümleleri kuracağımı düşündüm gülümsedim.sıcak sıcak eve gelen pideler,masa başında ailecek oturup ezanın okunmasını beklediğimiz vakitler,televizyonda hangi şehirde iftar olduğunu merakla takip etmelerimiz,eğer uzakta sevdiklerimiz varsa "iftarlarını yaptılar şimdi" diye onlarıda anarak açtığımız oruçlarımız..iftara davet ettiğimiz ahbaplarımız ve bizi davet edenler evlerine..
akşam olup evlerin yanan ışıklarına bakıp kimbilir o evlerde hangi hayatlar yaşanıyor diye ömrünüzde bir kere düşündüyseniz ramazanda herkes aynı saatte aynı hayatları yaşıyor..aynı saatte yemekler yeniyor ve sahur vaktinde ışığı yanan mutfakta evin hanımı aynı telaşı yaşıyor..
dönüşlere gelince..
bazen içini burkar bazen büyük lezzetler bırakır..ama dönüştür en nihayetinde..dönünce açılacak kapılarımız,açılan o kapılarda kucaklayacak sevdiklerimiz hep varolsun umarım..çünkü dönüşleri dönüş yapan bir yerlerde bekleyeninizin olmasıdır.
hayırlı ramazanlar..

7 Ağustos 2011 Pazar

tekrar görüşmek üzere..

bugün benim için dünyanın en anlamlı günü..bazı günlerin altı kalın kalın çizilmelidir bugün de öyle bir gün..bugün her zamankinden daha mutlu ve huzurlu hissediyorum kendimi..söylenecek çok söz var ama kelimeler kifayetsiz bugün..umarım hepiniz bugün ve geçirdiğiniz tüm diğer günler istediğiniz bir yaşam sürersiniz sevdiklerinizle..bana biraz müsade.

5 Ağustos 2011 Cuma

avuç içi kadar mutluluk yeter..


bütün ağırlıklarından kurtulmak için..kalp yorgunluklarından...akıldaki binbir türlü çetrefilli düşünceden..koşuşturup dururken oluşan beden yorgunluklarından..herşeyden aklınıza gelecek herşeyden kurtulmak için..
hala daha samimi duyguların varlığına olan inancınızı yitirmediyseniz..bir yerlerde sizi düşünenlerin olduğuna inancınız varsa..yalnız olmadığınızın farkındaysanız...
bu gece size sıcacık naif..içinde isyan olmayan oldukça samimi..ılık ılık içine işleyecek..huzura kavuşturacak mutluluğu hissedeceğiniz..çok güzel sözler çok güzel müzikle de birleşince bu şahane şarkıyı dinlemenizi tavsiye ediyorum..
önceden de yazmıştım..uzun bir aradan sonra başka şarkılarıyla..
"eşref vakti"
günebakan
Güneş battı yine
Kalan yanlızlığım
Hasret çeker gönlüm
Bitmez bu sensizlik

Günebakan benim adım
Boynum bükük
İnadına bu kalp senin
Kırık dökük

Ölürüm senin elinden
Bu can sana helalinden
Elbet anlar şu halimden
Gönül dayan

Dayan gönül dayan
Ne çok hiddetin
Duyar sesin duyar
Biter hasretin

elif şafak'ın son kitabı..



Aşkı Aramadan Evvel, Düşün Bir, Ya Benden Nasıl Bir Âşık Olur? İnsanın Sevdası Karakterinin Yansımasıdır. Sen Kavgacı İsen, Ha Bire Öfkeli, Aşkı Da Bir Cenk Gibi Yaşarsın. Gönlü Pak Olanın Sevgisi De Saf Olur. Şu Hayatta İnsan En Çok Sevdiklerini Acıtır. En Derin Yaralar Ailede Açılır, Kabuk Tutsa Bile Kanar Hikâye, İçten İçe... Attığımız Her Adım, Yaptığımız Her İşte Kendimizi Yansıtırız. Budur Çözülmesi Gereken Bilmece...

4 Ağustos 2011 Perşembe

sahte cömertlikler




cömertlikte millet olarak üstümüze yok..

düşüncelilikte çok cömertiz " ayy kıyamam hasta mı oldun sen otur lütfen yorma kendini şekerim." (gezersen o kadar hastada olursun sonunda işte.)

ekmeğimizi paylaşırken çok cömertiz "ye Allah aşkına senin için yaptım ne olur ye ölümü gör bak ye." tövbe tövbe!!.. (evde bu vardı bunu yaptım da gerisi hikaye)

kafe de adisyonu öderken çok cömertiz "aa ayıp,ediyorsun abi ben öderim çek elini cebinden rica ederim." (bir an önce çıkartsada şu cüzdanı ben ödemesem bari masrafa girdik bak görüyor musun)

fikir verirken çok cömertiz "yanlış yapıyorsun o öyle olur mu hiç.." (ben bilirim ben bilirim herşeyi ben bilirim)

duyguları paylaşırken çok cömertiz pek tabi janjanlı olanları "bir gezdim bir gezdim,bir alışveriş yaptım gezerken harcadım gitti paraları ohh sefam olsun." (ne kadar mutsuz mutlu olduğumu anlamışmıdır ki?işe yaradı mı ki?)

bilgi de çok cömertiz hep en iyisini biz biliyoruz karşımızdakine Allah akıl vermemiş ya o bilemez biz biliriz ve öğretirken çok cömertiz..herşeyi öğretmen edasıyla öğreticez diye,pek bir yoruluyoruz canım..bize de yazık..

o kadar çoklar ki..asıl konu anlıyor insan ya gerek yok yani abartılara.neysen o'sun kardeşim neysem o'yum..birileri beğensin birilerine yaranayım herkes beni sevsin gerek yok..başkalarına kocaman reklam panoları açmaya gerek yok ki sen kendine yet yeterki..
kalabalıklara gerek yok..hiçbirşeyin kalabalığına gerek yok..eşyanın paranın lafın nefretin kırgınlığın acını sevincin şımarıklığın kavganın düşünceliliğin ya da düşüncesizliğin insanların yalnızlığın..sayıca çok olması birşeyleri kanıtlamanın delili değildir..çoktur kalabalıklar içinde yalnızları oynayan,ne de çoktur az insanların etrafında mutluluğu kucaklayan.

iyi niyet..

ama gerçekten iyi niyetten bahsediyorum..içten gelen o duygudan bahsediyorum..karşındaki ne yaparsa yapsın,kalbini karartmamandan bahsediyorum..o nerde?o hiçbir yerde işte..kendi menfatimize olunca herkes pek bir cici pek bir hoş ama menfaatlerimizle çelişince herşey kaka kötü..

hepsi gösteriş hepsi yalan dolan..senin menfaatineyse yağla balla değilse hadi sana güle güle..insanlık nerde?ki herkes çokçada ararken vicdanı insanlığı iyiliği..bu kadar mı kayboldu kaçtı saklandı..ee o da haklı tabi o kadar iyi niyetler süistimal edilip hırpalandı ki o da saklandı..

doğan cüceloğlu'ndan

Rosenhan’ın da başkanlığında yedi kişilik bir psikolog grubu ABD’ni beş farklı eyaletinde kendilerini akıl hastanesine hasta olarak kabul ettirmenin bir yolunu bulmuşlar. Hastaneye kabul edilmek için “kulağıma sesler geliyor; sesler duyuyorum,” gibi ifadeler kullanmışlar. Araştırmanın amacı şu: gerçekte akıl hastası olmayan insanlar, akıl hastalarının arasında konduğunda, acaba akıl hastası olmadıkları uzmanlarca fark edilecek mi?
Hastaneye kabul edildikten sonra, araştırmacılar bu sesleri artık duymadıklarını, kendilerini iyi hissettiklerini ve çıkmak istediklerini ifade etmeye başlamışlar. Ne tahmin edersiniz? Bunların hasta olmadıkları hemen fark edilip, hastaneden taburcu edileceklerini mi? Öyle olmamış; gerçekte hasta olmayan bu insanların hastaneden çıkmaları o kadar kolay olmamış. Bazıları yedi gün müşahede altında tutulduktan sonra serbest bırakıldıkları halde, bazıları elli iki gün içerde tutulmuşlar. “Hastalara,” hastanede kaldıkları süre içinde çok güçlü ilaçlar verilmiş, ne var ki onlar kimse görmeden bu ilaçları tuvalete atıp sifonu çekmenin bir yolunu bulmuşlar. Hastaları muayene eden uzmanlar, bakan hemşireler ve bakıcılar bu kişilerin hepsini akıl hastası olarak görmüş ve iyi olduklarını keşfedememiş. Dördü şizofreni tanısıyla, biri bipolar bozukluk teşhisiyle hastaneye kabul edilmişler ve içerde bırakılmışlar.

Şimdi araştırmanın başka ilginç bir yönüne dikkatinizi çekmek istiyorum; doktorlar, hemşireler ve bakıcılar bu kişileri akıl hastası olarak gördükleri halde, hastanedeki gerçek akıl hastaları araştırmacılara, “haydi oradan, siz hasta değilsiniz, siz gazetecisiniz, hasta numarası yapıyorsunuz,” demişler.
Bu araştırma basılmadan bir konferansta duyan bir akıl hastanesi uzman kadrosu, böyle bir şeyin olamayacağını söylemiş; hepsinin uydurmaca olduğunu iddia etmiş.
Rosenhan, “peki, sizin hastanenize yalancı-hastalar göndereceğim, onları bulun öyleyse,” diyerek onlara meydan okumuş. Hastane yalancı-hastaları bulmak üzere uyanık bir döneme girmiş (teyakkuza geçmiş) ve gelen hastaları dikkatle gözlemeye başlamışlar. Rosenhan gerçekte hiçbir yalancı-hasta göndermediği halde, hastanedeki bir psikiyatrist ve yardımcı sağlık görevlisi birkaç ay, gelen hastaların yüzde onuna yakın bir kısmını yalancı-hasta olarak teşhis etmiştir.
Peki, bu neyi gösteriyor?
Akıl hastalıklarının teşhisiyle ilgili belirsizlikler kolayca ortadan kaldırılamamaktadır ve bu nedenle gerçek hastayla yalancı-hasta arasında ayırımı uzmanlar dahi kolayca yapamamaktadır. O nedenle bu alanda belirli kişilerle ilgili beklentiler oluşturulursa, yani bir kişi hakkında, “bu adam akıl hastası” gibi yaftalar yapıştırılırsa, onun normal davranışları dahi anormal görülebilmektedir.
Hastanede gerçek hastayla hasta olmayanı ayırt etmek bu kadar zor ise, normal günlük toplum yaşamında ayırt etmek daha da zor olacaktır.
Bu çalışma, bir kişinin gıyabında dedikodu yapmanın, onu karalamanın neden kötü olduğuyla ilgili bilimsel bir çalışma olarak algılanabilir.

(Psikolog David L. Rosenhan ve ekibi psikiyatristlerin akıl hastasını teşhis etme yetisi üzerine bir araştırma yapmış ve bu araştırma 1973’te yayınlanmış.)

2 Ağustos 2011 Salı

dedikodu


"ben ol da anla." demişler halbuki."o olmadan bir insanı nasıl anlar,nasıl yargılarız?"
oscar wide kinayeli uslubuyla "birilerinin arkasınndan konuşmasından daha beter bir şey o da kimsenin senin hakkında konuşmamasıdır." demişti ve ardından eklemişti "söylenenlerin bir önemi yoktur.söyleyenin önemi vardır."
einstein'ın başarı formülü ise "başarı A olsun der.o zaman A eşittr X artı Y artı Z.bu denklemde X çalışmaya tekabül eder.yani X eşittir emek.Y ise oyundur.hayatı sevmek,sevilmek,kıymet bilmek.ve "Z" der eistein,insanın dilini tutmasına denk gelir.dolayısıyla başarının formülü:bol bol çalış,bol bol sev,bol bol oyna aman dilini tut,kem söz etme kimse hakkında.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

bitmeliymiş




evvel zamanlardan gelen bir alışkanlık diyelim biz ona.."biriktirmek"kimi hatıralarını biriktirir kimi arkadaşlarını kimi eşyalarını kimi duygularını biriktirir;sevinçlerini üzüntülerini heyecanlarını..herşey geçmişte başlar..hangi yaralar nasıl açılır bilmem ama bir kere açıldı mı bir daha kapanmaz..

güzel başlayan duygular biter bir gün..bitmez diyeceklerin biter..en nihayetinde ne kadar çırpınsada biter..halbuki onca güzellikler birikmişken bir kenarda güzel yarınlar inşa etmiş ve tam da herşey "maşallah çokta güzel" derken bitiverir de şaşar kalırsın..

dün bir arkadaşımla konuşurken dedi ki "kimin ne yaşadığının pek bir önemi yok.yaşıyoruz işte düşekalka o yüzden biten şeylere şaşırmıyorum artık demek ki bitmeliymiş."

ondan bundan suç bulup ayrıntıya girmenin pekte bir ehemmiyeti yok.bir çırpıda birşeyler yaşanırken sonunda bitiverebiliyor işte.sonradan durduk yere çıkabileceğine inanmıyorum ben fırtınaların..demek baştan derme çatmaymış birşeyler demek tam olmamış demek oturmamış yerine de artçılarlada yerinden oynadıkça bina yapılan sonraki güçlendirmeler kar etmemiş..bir yere kadar dayanmış bina da çatlaklar açıldıkça sonunda çökmüş..

yıkılan binanın enkazını toplamakta bize mi kalmış ne herkes haklı haksız arama derdinde.hakkınız mı var sanki de asıp kesiyorsunuz..dört duvar arasına giripte başbaşa kalındıktan sonra herşey iki kişi arasında.o duvarların arasında ne olduğunu bilemezsiniz..kim iyi kim kötü bilemezsiniz,zaten iyi ya da kötü ayrımınada gerek yok ki arada anlaşmazlık var diye iyi ya da kötü diye etiketleyemezsiniz insanları..

başka zamanlar halhatır sormayıp kötü günlerde vurun abalıya yapmayın,yanan ateşi birde siz körüklemeyin bırakın herkes kendi hayatını tartsın biçsin herkes kendi hayatını yaşasın..

biriktirilen ve ya biriken onca acı tatlı hatıralardan sonra bitmesi tabi ki üzücü..neden bitsin ki diye düşünebilir insan ama işte bitmeliymiş demek ki deyip susmaktan başka çare yok bazı şeylerde.

ee şimdi nolcak?

onca biriken hatıralar eşyalar yaşanmışlıklar da basitçe uçup gitcek mi?

tabi ki uçup gitmicek..kalbi sıkıştırıcak,gözpınarlarını ıslatıcakta gecelerce kalpteki ağırlıktan uyunmayacak..ama elbet bir gün o da bitecek sonra birgün gelecek iğne batırdığında yaraya hissedilmicek bile..